Aldım-verdim-kendimi yendim, sarhoş oldum ama zaaflarıma kurban etmedim bünyeyi, belki de ettim farkında değilim, olaya nerden bakıldığına bağlı olabilir gayet.
DeSalvo kadehinden aldığı ilk yudumu diliyle ağzının içinde dolaştırıp zevk-ü sefaya gark olduktan sonra, kapattığı gözlerini açıp hafifçe yukarı kalkık başını indirerek karşısında oturan Na-jay-jay'e hınzır bir gülümsemeyle "Is this heaven or what!?" der ve sigarasından derin bir nefes çeker. Karşılığında Na-jay-jay'den aldığı cevap ise suratındaki gülümsemeyi genişleterek kadehinden daha büyücek bir yudum almasına sebep olacaktır; "Puure heaven, honney!".
İşte böyle başladı dün geceki "akıllara zarar-ziyan" the.gang toplaşması. Herkesin bir yere dağılmış olmasına ve yine herkesin bireysel olarak birbiriyle görüşmesine rağmen bi türlü zaman-mekan dinamiklerini biraraya getirememesi söz konusu gang ruhunu gıdım etkileyememiş, mutluluk verici bittabi.
Toplamda 7-8 saat süren içmece ve eğlenmece "craze"inin hangi bi detayı verilir ki şimdi allasen! Gece başlamadan kafayı zitrilyon yapmışım, gerekli gereksiz milyonlarca kelime tüketmişim, her zaman olduğu gibi sağda-solda püskürecek birilerini bulup onlarla bile eğlenmişim, ertesi gün sabahın kör seherinde başlayacak 4 saat ders ve sonrasındaki yığınla ofis işini hiçbir yerlerime takmayıp gözlerim pörtleyene kadar -kimi zaman ciyyak ciyyak- şarkı söylemişim/ söyletmişim/ bira şişelerini mikrofon belleyip düğet yapmışım (bkz. Voodoogirl-Aycan-DeSalvo üçlüsü singing I won't goooo getting tired of youhuuuu..), fenafillahlara ermiş geri gelmemişim sözün özü. İşin en güzel kısmı da, günün ortasına gelindiğinde "olm dün gece efffffsaneydi, koymuşum her şeyin dibine!" diyebilmek.
G.E.C.E hakkında yorum yapmayı ise gereksiz buluyorum an itibariyle. Daha önce çeşitli gönderilerde belirttiğim her şeyin arkasındayım sonuna kadar...da kaç aydır çalmıyor olmanın etkisiyle daha bi lezzetli olmuş adamlar, aynı istikrarla nice performanslara diyoruz.
Not #1: the.perfect kapılın 10. ayı mutlu ve de kutlu olsun tekrar, must still be addicted to bass with some hot voodoo.
Not #2: Wykka ve DeSalvo kişileri emin olmadan asla ve kat'a hiçbir şarkıyı söylemeye kalkmamalı, zira artık herkesin götüne pelesenk olmuş bi eserin orta yerinde takılıp zırvalamak hoş olmuyo bu yaştan sonra.
- "mesene"de ismini (kişisel ileti değil, dikkat lütfen) "aşkaaaaam seni çok seviyoruuuum", "*burayasevgilininisminisokuşturun* nerdesin yaaaaa!" ya da "*sevgilinin ismi* *kalp* *şahsın ismi*" yapanlar,
- Feysbuk olur başka bi arkadaş/çift bulma ve çiftleşme sitesi olur, bu tip yerlerde "default" olarak vesikalık resim kullananlar (sevdiğim kimseler bile olsa acımam),
- Pek çeşitli eğlence mekanlarını tek tip dolduranlar, eğlenirken gereksiz temasa geçenler, sigara dumanını orama-burama üfleyenler, dans esnasında savurduğu saçı gözüme sokanlar,
- Mekanın ambiyansına uymayan, yanında bağyan görünce bi de üstüne vodka-tonic'ini absolut isteyince kebapçı ağzıyla "başka bi arzun isteğin var mı ağbi" deme gafletinde bulunan bahşiş delisi garsonlar,
- Çaldığı bok-püsürüğü ciddi ciddi müzik sanan denyocan Dj'ler ve yine çalınan bok-püsürüğü müzik sanmak suretiyle Dj eşliğinde -elinde viski şişesi- kendinden geçen "üst düzey" göt laleleri, otsbir olsanız çekilmezsiniz, aynen öyle.
Yarın gece Manhattan'da eğlencenin doruklarına ulaşmayı bekler durumda the.gang. Sen yüzümüzü kara çıkarma to whom it may concern.
Yola çıkarken yanıma aldığım hiçbir şeyin almadığım her şeyle ne kadar da uyumlu olduğunu gördüm bu gece. Ya da yazmaya başlarken aslen akılda olmayan her şey nasıl da akl-ı selim bir şekilde hiçbir şeyin yerini alarak tümleyiveriyor satırları, hayret! Şeftali suyunun kadifemsi dokusuyla karamelli kahvenin yoğun kokusu için de söylemek istiyorum aynı şeyi. Özellikle karamelli olmak zorunda değil ama, şarap sonrası ikincil ilahi içecek olduğunu bilen her tür kahve üzerine alınmalıdır söz konusu durumu.
There are times when there is this tune echoing in my not-really-sane-yet-perfectly-sober head and kinda whispering the exact words you whispered last fall..
Yol üzerinde belirlediğim her noktaya bir işaret bırakıyorum -hani daha önce demiştim ya, sonunda bir krallık olacak ve herkes happily-ever-after modunda yaşayacak- beni bulabilesin diye. Yalnızca bu defa ekmek kırıntıları yerine kan damlalarımı bırakıyorum ardımda. Saat 8'de hava iyice karardıktan sonra yola çıkmalısın, ancak o zaman farkedebilirsin damlaların yukardaki yansımasını. Sakın unutma, kimine göz yaşlarımı da eklemiş olabilirim o yüzden dikkatli ol toplarken.
Closed all the doors before I made this final decision. Heading to the ultimate dream and still waiting..
Göl kenarındaki iki katlı ahşap eve vardığında hemen önündeki iskelenin sonuna git ve senin için bıraktığım battaniyeye sarınıp dinlen biraz. Sandalyenin hemen yanında kapalı bir kutu göreceksin. İçinde bir kupa, bir kadeh ve bir bardak var. Seçimine göre farklı yollar belirecek önünde, ama korkma hepsinin sonunda ben varım.
It's just silence and me all around..
Çok az kaldı. Aradan bunca zaman geçmişken ve yol boyunca her şeyi ve hiçbir şeyi denemişken hayal kırıklığı yaşamanı istemem. Bu his çok farklı..alışkanlık gibi değil ama hep yapmak istiyorum, hep yanımda olmasını istiyorum, kimi zaman defolup gitmesini istiyorum ama çok uzaklaşmamak şartıyla. Bir kere bütünleştikten sonra kazısam da iflah olmaz korkarım. Sonuna geldiğinde anlayacaksan ne zırvaladığımı. Kaybetme korkusunun şehvetle karışıp gök kuşağına yansıması bence bu duygu, evet o kadar renkli ve cezbedici. Kim ne derse desin;
I'm loving you more and enjoying it less.
Random: Sia'nın içimdeki mırıldanışı, Skye Edwards'ın ağız dolusu sözlerini bastırıyo bu gece. "Let's not fight! I'm tired, can we just sleep tonight!?" vs. "I don't need you to talk to me or cast a light on this broken dream." gibi bi durum çıktı ortaya. İkisinin kesiştiği köşede de "Everytime we live together, we die a bit more!" yer ediniverdi kendine.
Fact: Anneden gizli yapılan hepi topu bir dakikalık bi telefon konuşmasının, bardağın dolu kısmını kırmızılar, eflatunlar, sarılar ve turunculara boyayarak görünür hale getirmesi nasıl huzur verici bi durummuş aslında! Ufak şeylerle mutlu olmak ya da Poliyanna ile BFF (Best Friends Forever) laçkalığına bulaşmak değil kesinlikle, öyle olsa evin içinde gördüğüm her örümceği avcumun içinde dışarı bıraktığımda da hissedebilirdim aynı huzuru.
Whatever: Aşkını her gün sigara-kahveyle geçiştirdiğimi sanarken, sigara-kahve aşkının tutkuyu nasıl arttırdığını farkedemedim. Sigara içmeyenler anlayamaz, aslında kahve yalnızdır hep kupasında.
Günlerdir bünyeyi kukumav kuşusu gibi düşündürttüren ve yine bünyede uçuk olarak kendine yer edinen askerlik mevzusuna son noktayı (nerdeyse) koymuş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyor olduğumu söylemeyi çok isterdim ama yaşamıyorum, yaşayacağımı da sanmıyorum. Dünyanın en gereksiz "şey"i dünyanın en gereksiz zamanında nasıl oluyo da hayatımın ortalık yerine cuk diye giriveriyo anlamış değilim. Ya da neden hala böyle bişi yapılıyo ki in the first place!?
Özgür ruhumun hiç bilmediğim koşullar altında sözde kısa olarak adlandırılan beş aylık bi dönem boyunca saçma ve de sapan bi yere tıkılacak olması miğde kıramplarına sebep oluyo gayet. Tipik oğlak erkeğim, back the fuck off, budur.
Diğer taraftan kılişe ötesi bi söylem var ya askere giderken mümkünse arkanda kimseyi bırakma diye, heh işte ne demektir o pardon!? Kendisi direkt negatif koşullanma değil midir? "Askere sevgilini bırakıp gidersen bil ki teoride seni, pratikte onu düdükleyen birileri çıkar!" kadar basit bi hadise midir acaba! MythBuster moduna geçip aksini kanıtlamayı bir borç bildim kendime, evet.
Yazdım kurtuldum ama rahatlamadım. Vicdani hakkımı kullanıp Pisuvar Köpekleri'ni başımıza musallat eden yurttaşlarımı reddettiğim gibi askerlik zamazingosunu da reddetmek isterdim toplumsal bilince öncülük edeceğini bilsem ama oluru yok korkarım. Üniversite yıllarında 20 kişi aynı anda aynı bilinçle dersleri asmayı bile beceremeyen insanlarız biz he-heyyt! Herkes yapıyo nasıl olsa de ve katıl sürüye işte, daha kolay ne var!?.
İçimin çekilmesi yetmedi, üstüne bi de giyince Beetlejuice olduğum şeyim..hmm..kazak/sivetşört/neyse-işte-o'yum çekti ilk yıkamada. Kendisini bazı testlere maruz bırakıp geri dönecekler asap. Canını çok yakmasalar bari, malum o da vicud haritamdaki yerini aldı geçen hafta bugün itibariyle.
O değil de asıl şu sürekli farklı akımlara neden olan tişörtler var ya baskılı, hastasıyım. Üzerinde "your pussy+my penis=great party" yazanına bile denk gelmiş ve içinde duran çakma personalara kıçımla gülmüşümdür, lakin bugün gördüğüm dumur-estlara gark etti beni. Otobüse binen sıradan bi çift ve üzerlerinde siyah tişörtler, kızınkinde kocaman bi ok ve üzerinde "this is my romeo" yazısı, oğlanınkinde de aynı ok ve "this is my juliet" yazısı. Hani cesaret aslında tüm bakışlara rağmen o tişörtleri giyebilmek ama suratlarındaki mal ifade söylemleri desteklemediği için tüm bakışlar daha bi anlam kazanmıştır eminim. Onu da geçiniz, oklar aynı yönü gösteriyo, yani yanyana durduklarında kız oğlanın julieti ya da oğlan kızın romiyosu, açıkta kalan yandı. Üç kişi yanyana durduğunda ise cinsiyet ayrımı gözetmeksizin buyrunuz size en şahanesinden bi threesome (bkz. resim).
arka plan(lar)ım değişse de doku aynı kalacak nasılsa!?.
sez Tyra DeSalvo at 10:36 PM Monday, October 15, 2007kaybolmayı beklerken:
dudak dudağa kaldığımız an çok yakında bulunacağımızı fısıldıyordu dilimin ucuna. ya da rüya görüyordum da çalan şarkı fişekliyordu bilinç altımı hafiften. uzun zamandır maruz kalamadığım alçak nefesin etkisiydi her iki şekilde de. çoktandır böyle gerçekçi sevişmemiştim geride kalan ruhlarla, uyuduğum yerden kalkıp müzikle birlikte tüm yaşam fonksiyonlarımı kapatmaya da gücüm yoktu. karanlıkta hüzünlü şarkılar dinliyorum bu akşam kalbim atmadan öylece dursun diye.
ucundan akıp gitmeden son kez:
başını arkaya her atışında tüylerimin dikenleri biraz daha delip geçer gibi oluyor kalbimi. ağır çekimde gölgelerini takip eden bir sapığım belki ya da seni tanrısı gören iflah olmaz bir kundakçı. etrafındaki her şeyi yaksam da dumanların arasından seçilecek olan tek şey yine bedenimi siyaha boyayan kırmızı saçların. kızıl değil onlar, o kadar öfkeli değiller. geçmişi silmeye çalışan her darbede bir telini daha koparıyorlar hezeyan yaratabilmek için, her seferinde daha da kırmızı oluyorsun ama farkında değilsin. sen bunları okurken ben buraları çoktan terk etmiş olacağım. sakın beni aramaya kalkma, en siyah tuşuna son bir kez daha bas sadece ucundan akıp gitmeden.
chocolate chip good-byes:
Sparks..Spaarks..Sparkle..Sparkles..Spar..Sp-..tamamlayamadan düştü yere. Beklentilerini boşa çıkarmayan gerçek çikolata parçacıklı kurabiyelere minnettar damlatıverdi son kan damlasını burnundan. Kulaklıklar hala kulağındaydı ama çalanın ne olduğunu anlayabilecek durumda olmasa gerekti. "6.61 you sure where my Spark is here!", önünde öldüğü marketle başında dikilenlerin zorlukla duyabildiği şarkı arasındaki ironiyi çözemeyecek olması çok acımasızcaydı. Oysa ki engelliler için yapılan otomatik kapıdan keyifle geçerken marketin tabelasını gördüğü anda nasıl da sevinmişti yine o kurabiyelerden yiyeceği için.
DeSalvo'dan masal(!)lar:
fantastik dörtlünün götünü oluşturmadan voltran'ı arayıp hal-hatır sormak istiyorum an itibariyle. her milletin bir kahramana ihtiyacı vardır, bu milletinki de benim! kalemim kılıcımdan keskin ayrıca çok dengesizim. tüm genç kızların rüyasında görmek istediği bi adamım, karizmamla da eritip bitiririm adamı. sonu hayal kırıklığıdır ama demedi demeyin, asla ve kat'a sorumluluk almıyorum bu bağlamda. yıllardır orada-burada-dünyanın dört bir yerinde-yedi düvelin her köşesinde takip ettiğim gökkuşağının dibine varmama bu kadar az kalmışken yoluma kimsenin çıkmasına izin veremem, nayır kusura bakmayın. hikayenin bu kısmı çok hüzünlü ama çaktırmama konusunda ısrarlı. ağlamayıp yandan atan pek çeşitli insan olmuş şimdiye kadar, sanırım o yüzden. prens prensini kurtarmaya giderken kırmızı başlıklı kızın taso oynadığı kocaman kurdu büyükannesine bile çaktırmadan tek boynuzlu atın sol ayağına atıp düşürmesi gibi aynı. hepsi de prensin m&m'sini almak içinmiş oysa ki. bolluk içinde büyüyen çocuklar hep böyle zaten, baban milkanın sahibi yani gözün doysun azıcık mal mısın! bak canım sıkıldı yine, neyse canım sevdiğim care bears çaktı işareti yukardan bak, gitmeliyim şimdi. sevgi, barış ve sert bir mmm..
Hastasıyım şu mimleme hadisesinin, değilim aslında ama iyi oldu bu akşam kafa dağıtmak babında. Neyse Wykka-jan'ın ağır baskısı sona ermişken ben de Vudukızım'ı mimleyeyim, adet yerini bulsun. Sorry in advance, baby!
Depresyonun etkisi altında yapılan yemeklerden hayır gelmediğini bile bile feda ettim barbunyalarımı. Özenle rendelediğim köy domateslerim ve gözlerimi yakmaya kıyamayan caanım soğanım için ise ayrıca yas tutmayı düşünüyorum. Sevgimi katamadım bugün size, çok özür dilerim..
Dün konuştuğumuz gibi arada bi istediğimiz kadar ölebilsek..hiç yaşayasım yok bugün.
Gelsen de gelmesen de fark edecek bir şey yok şu saniyeden sonra. Pet şişemi delmeye başladığında korkmadım, çünkü doluydum ağzıma kadar. En fazla yarıma kadar boşaltabilirdin, kalan yarımla da idare edebilirdim iyileşene kadar. Öyle olmadı ama hiç acıtmaması gerektiği gibi. Parmağımı kessem de yenilenir, kulağımı koparsam devam edebilirim duymaya şekillenene kadar. Susuz kalmak, kurumuş hissetmek, içinin çekilip gidivermesi bi taraflara öyle değil.
Delirmişliğimi izlettim canlı yayında bu akşam, mes'ed eder beni dedim birilerine faideli olmak eğlendirmek babında. Mes'ed değildi o, farkındayım; mebla yerine mevlanın kullanılamayacağının farkında olduğum(uz) gibi aynen. Çok yüksek mevlalar isteyen insanlara karşı çaresiz kalanların ağzından sadece ve sadece "yağdır meblam su." sözleri mi dökülür!? Ben yine de mes'ud olmalıyım sanırım, ne de olsa şimdiye kadar yazdığım minik tefek lafları ve yenilerini toparlayarak söz yazarı olmaya karar verdim, beste kısmım eksiktir hep malum. İlkini tamamladım bile, kime göndereceğimi düşünüyorum sadece. Sana göndersem kıymetini bilmezsin, fotoşopla suratımdaki mutsuz diğer suratı da düzeltemezsin hiç uğraşma.
Işıkları kapattım koş gel yanıma. Karanlıkta göremiyorum yüz ifademi, gölgeler de yok hem, az da olsa rahatım sabaha kadar.
there you go with minor injuries. the bleeding does not last forever, you once said. taking your word, crawled back into my bed and painted all in red. I'm loving the colors up above the clouds..
Çok uğraştık, didindik ama emeklerimize değdi. Renk uyumundan ayrodinamik özelliklerine kadar şanımıza yakışır bi "masterpiece" yaratmayı başardık, teprikler!
duygu durum tavan yapmış vaziyette seyreylemekte ruhun erdemini gök kubbenin kuşaklandığı yerden. tek cümlelik kısa hikaye, happily-ever-after!?.
maybe it terrifies me:
Gölgem de kaçtı koşaradım..bir tek ben kaldım kaldırımın sonunda.
me and a gun:
Kötü başlayan bi gün nasıl çok daha kötü bitebilir bizzat görüldü bugün, emeği geçen herkesin tuttuğu kendine.
he says that behind my eyes I'm hiding:
Üzerinden 2+ ay geçti ama bugün çok fena vurdu. becerebilsem yere yatıp debelenerek anıra böğüre ağlarım (call me bitch, call me crazy, call me whatever you like, evet.). Böyle olacağını bilsem farklı diyarlardaki arkadaşlarımın myspace sayfalarına bakma gafletinde bulunup hepsinde Ms. Amos ile burun buruna gelmezdim muhtemelen.
candy lies:
bu gecenin playlist'i de bağlama uygun vaziyette şu şekilde beden buldu kendine:
*Baker Baker*Dragon*Mother*Playboy Mommy
*Ruby Through the Looking-Glass
*I Can't See New York - I Can't See Your Trace diyesim var bugün nedense!
*Toast*Carbon*1000 Oceans
*Smokey Joe*Purple People*Lust
*Cloud On My Tongue*Roosterspur Bridge
peşin peşin at olm kendini aşşaa, ne gerek var zahmet edip hepsini dinlemeye ki!
from here no lines are drawn:
Gözümün önündeydi oysa ki az önce, bir anda kopup uzaklaştı ayaklarımın ucundan.
Nerdeyse hiç anne sözü dinlemedim, hep burnumun dikine gittim (so capricorn of me, I know) gittiğimle kaldım, 360 derece dönüp kıçımın üstüne oturdum; ama pişman olmadım, "dinleseymişim böyle olmayabilirmiş, evet." dedim, yine bildiğimi okudum. Peki neden şimdiye kadar yaptığım hiçbir şeyi ben yapmışım gibi hissetmiyorum ki! Yükte-hafif-pahada-ağır kişilik atraksiyonu sırasına geçmiş gibi görünen bi'takım alt benlik yaratmalar ve bunlara isim koyarak kendine ait özellikleri kardeş payı etmelerin doğal bi sonucu olabilir belki. Hani insanlar "bedenimden sıyrılıp bi süre dışardan kendimi izlemiş gibi hissettim, çok enteresandı." der ya, onun gibi işte. "Mütemadiyen" vs. "Bi'süre" hadisesi ortaya çıkmakla beraber darma ve de duman eder ortalığı bu durumda. Her gün aynı şeye ayıkmakla birlikte, deja vu'nun suyunu çıkarmanın pek çeşitli türevine şahit olunmasına rağmen iki-elle-bi-zki-doğrultamama hissiyatının önüne geçememek takdirlere şayan, fenafillahlara iflah, sittin düvele timsal bi vak'a-ül menemdir.
Her şeye rağmen kendimi askere gidecek kadar bile büyümüş hissetmiyorum. Kapının önünde duran üç bantlı ayakkabılar da ya zevkli bi adam olduğumun ya da sürekli kendimi tekrar ettiğimin göstergesi, çok karıştım, bilmiyorum.