monologue

Tuesday, June 24, 2008

Photobucket

-when will i see you again?.
-how's never?!

keep it running

Monday, June 23, 2008

Ve evet, Zeynop'la gecenin bir körü giriştiğimiz koyu muhabbet dönüp dolaşıp Tori Amos'a geldi yine. O sordu ben söyledim bu haftaki Top 3 Amos şarkımı. Bilinçsizce seçilmiş gibi görünen 3 şarkı; Baker Baker, Liquid Diamonds ve Roosterspur Bridge. Hadisenin garip kısmı şarkı isimleri değil bittabi. 3 şarkının aklıma ilk gelen sözlerini şöyle bir düşününce gark olduğum dumurları ifade etmek mümkün olamadı;

* what's in your cake this time!?

* keep it just between us!

* do you even see me now!?

İçinde bulunduğum Great Expectations dönemini ve geçtiğimiz hafta yaşananları daha bariz anlatabilecek başka 3 küçük cümle olamaz. Eeee! n'olmuş, ne var o sözlerde! demek isteyenlereyse söylenebilecek pek bir şey yok.

It's a Tori thing, you wouldn't understand.

period.

Nasıl duyduysam öyle - stop chasing shadows, just enjoy the Light! - aksi um-rum-da değil, bitmiştir. It's like ten thousand spoons when all you need is A knife ayrıca. İronisi bende kalsın, bi de her şey iyi olacak safsatalarıyla gelinmesin bu defa mümkünse. It doesn't even sound like a phrase anymore. Period.

Photobucket

light up the.finger

Saturday, June 21, 2008

Hafta başından beri taş çatlasa, top patlasa günde 2 saat uyuyabiliyor zavallı bünye. Hani bilinçaltımda bilincinde olmadığım bi'şeylerin varlığından söz etmek mümkün mü bilemiyorum, zira hepsi burnumun dibinde durup duruyor. Büyük bi adım attım bu gece, belki, kendimce. Feedback ne şekilde olacak kestiremiyorum an itibariyle, sadece "hadi gel beni kurtar, yoksa durduramam." demek istiyorum en manidar tavrımla. B.B. kişisinden de kurmaya çalıştığım iletişime karşılık gelmiş değil henüz. Sarayın soytarısındansa hikayenin esas oğlanına rezil olmayı yeğlerim mantığı işe yarar bi'şeymiş onu görmüş oldum en azından. Zaten dakka başı 88 fikir değiştiren bi oğlak erkeğiyim, hani tutarsızlıkmıdır yoksa restless olmanın getirisimi tartışılır bittabi de, yorma beni - yeter gayrı -leyli leyli!

Bu arada, hani ben sigarayı bırakacaktım ya, işte ona istinaden şöyle bi güzellik yaptım bugün - editlemeden filtrelemeden olan doğallığıyla paylaşıma sunuyorum;


Çok etkiledi beni nedense. Tepede görünen gizemli ışık öbeklerinden ya da sigarayı tutuştaki asaletten olabilir - of anam! Fotoğrafın kalan kısmında vudukızımla gayet derin mevzulara dalmış olmamızın mutluluklara gark eden dayanılmaz hafifiliği belki de kısaca. Hemmen ciddi bi'şeyler yazmalı bunun üstüne?

Smoking is orgasm anywhere. Shot my nada, baby! Oh, yesss.

half

Wednesday, June 18, 2008

"Hiçbir şey"e ithafen sen ve ben'e kaldığı yerden devam etmek istedim ama beceremedim. Ayracımız yokmuş meğer. Hikayenin tam ortasında kalmışız sıkıştığımızı farketmeden. Sen kimsin onu da hatırlayamıyorum. "And then I pointed the gun towards my very self" son cümlesi var aklımda. Hikayenin ortası bildiğim yer bizzat sonuydu belki. Sen de benden önce ölmüştün, hatta ben öldürmüştüm, onu da hatırlayamıyorum. Bu yalnızlık takıntısı da hikayeyi istediğim gibi tamamlayamamış olmamın kaçamadığım sonucu. Hiç benzetme yapmadan kırıvermişim kalemi tam da ortasına geldiğimde. Yeni yeni farkediyorum son cümlede nokta yerine kurşun parçaları koyduğumu.

Tanımlayamadığım bir şeyler daha var aslında. İnat etmemeliyim bu kadar. Birileri bana kalkıp düz bir çizgi üzerinde yere bakmadan yürümeyi öğretmeli. Uçurum var sanıyorum ayaklarımın altında. En dibinde de düşmekten korktuğum nehir incecik bir çizgi gibi görünüyor. Aynı üstünde yürümeye korktuğum ip gibi. Renkleri farklı sadece. Bir de, nehir hep görmeyi istediğim göle dökülüyor. Nehir olmasa göl de koca bir boşluktan farksız. O da benim gibi. İkisi ne olursa olsun kesişiyor en sonunda. Boşluk bildiğim boşluk değil artık. "And then I pointed the gun towards my very self" son cümlesi var boşlukta. Nehir daha da belirginleşiyor, kurşun parçaları ağırlaşıyor. Ben hala ipin üstünde tökezliyorum..

the.lake

Tuesday, June 17, 2008

Önüm dumanla kaplı ve ağzımda rezalet bir tat yine gecenin bu vakti. Sigarayı bırakacaktım tam 7 gün önce. 7 yıl önce de aynı kararla yola çıktığıma eminim. 7 yıl sonra da dumanla yalnız olmamalıyım yine gecenin bu vakti. Yapmak istemediğim şeyi, her şeyi hala yapıyorken, karşı kıyıda beni bekleyen şeye, her şeye ulaşamıyor olmamın suçunu da dumana atıyorum utanmadan. Uykuya yatmadan önce, tüm bu karmaşaya rağmen tek bir şey var aklımda oysa ki;

my infant spirit would awake to the terror of the lone lake.

Photobucket


-yor.ken sadece

Monday, June 16, 2008

Plağın üzerine koydunuz yine elinizi. El sizin değildi. Tırnağınız da iğne değildi. En sevmediğim şarkınız çalmaya başladı. Gözlerimi kapayamadım. Gözleriniz kapanıyordu. Ayakta durdum sadece. Boynunuz bile düz duramıyordu. Çok yorgundunuz. Nasıl da uykusuzdunuz. Uykuya daldım sizi izlerken. Rüyamdaydınız yine. En sevmediğim şarkınız çalıyordu hala. Mırıldanıyordunuz boynunuz yana düşmüş. Gözleriniz aralanıyordu. Nasıl da uykusuzdunuz ve nasıl da parlıyordu daha açık gibi görünen sol gözünüz. Yanınıza sokuluyordum rüyamda. Kahverengi koltuğun tam ortasında oturuyordunuz elleriniz iki yana bırakmış kendini. Kıpırdayacak haliniz yoktu. Nasıl da masum görünüyordunuz. Dışarıdan bakıyordum kendinize. Sağ işaret parmağınız kaskatı kesilmiş duruyordu. Tırnağınız çatlamıştı sanki. Daha çok sevdiğim diğer şarkınız çalmaya başladı sonra. Başımı öne eğip daha da sokuldum kahverengi koltuğunuza. Nasıl da usuldunuz. Sağ işaret parmağımı uzatıp daha açık gibi görünen sağ gözünüzün altına doğru dokundum. Nasıl da huzurluydum. Çok yorgundunuz. Kıpırdamadınız bile. Daha da parlar gibiydi sanki gözünüz. İçinizde bir yerlerde soluksuz yazıyordunuz yine. Tek kelime okuyamıyordum. Biliyordum. Kokusunu alıyordum. Çok tazeydiniz. Hepiniz. Birlikte. Ve biz. Nasıl da yumuşak soluyordunuz. Avuçlarınız terlemişti. Tedirgin miydiniz?. Aniden titrediniz. İrkiliyordum ve hatta diken diken oluyordum. En sevdiğim diğer şarkınız çalmaya başladığında işaret parmağı kaskatı kesilmiş sağ kolunuzu başınızın üzerine koyup ayağa kalktınız. Nasıl da uçuyordu adımlarınız havada. Dans eder gibiydiniz. Ben yerimde doğrulamadan kayboldunuz koridorda. Işıklarınız kaldı ardınızda. Uyandım. Gözlerim kamaşıyordu. Nasıl da güzel uyuyordunuz. Maskeler vardı etrafınızda. Yüzünüzden soyup çıkardığınız binbir çeşit rengarenk maskeler. Her yere onları koyuyordunuz. Kimse tanımasın sizi umuyordunuz. Nasıl da büyüleyiciydiniz. Hala yazıyordunuz daka kesik soluklanarak. Duramadım daha fazla. En son kahverengi koltuğunuza dokundum. İzim kaldımı bilmiyorum. Kapı kapandı ışıklar arasında. Nasıl da güzel parlıyordunuz.

not there, yet.

Wednesday, June 11, 2008

Pek çok şey yaptım bugün;

.çok okudum.
.çok yazdım.

ama noktası nerde hatırlayamıyorum, hala aynı satıra devam eder gibiyim.

.çok içtim.
.çok çektim.
.çok dinledim.
.çok söyledim.

ama kim duydu kestiremiyorum, hala aynı kelimeleri tekrarlar gibiyim.

.çok izledim.

ama ne gördüm bilemiyorum, hala aynı noktaya takılıp kalmış gibiyim.

.çok yükledim.
.çok yürüdüm.

ama aldığım yola bakamıyorum, hala aynı yerde yuvarlanır gibiyim.

birden fazla refresh button'la cebelleşiyorum ne zamandır, kulakların çınlasın vudukızım. hala aynı zaaflara kurban gibiyim.

belki de değil. belki de kapladığı yerden, uzattığı sayfadan daha fazlası yok önümde. belki olmadan kestirip fırlatmalı olanca gücüyle.

hayatımın sıfır noktasındayım gecenin bu yarısı.
belki tamamlanmalı ben 10'a kadar saymaya başlamadan.

Allinall.Afterall.Overall I'm SO Done With This

Monday, June 09, 2008

With all the alcohol running in my veins and the coffee serving me the smallest yet most delicious sip ever and the smoke hurting my inside out, I feel the change, the inevitable and the misery that has missed me most. I am home, alone!

Kutlu dönüş hafta(sonu)nda nihayete erdi. Başlamak istemediğim şeylere yeniden başlamak zorunda olmam ya da özlemediğim dinamiklere bir kez daha boğulmam kivili şarap içmekten daha çok sıkmıyor canımı. Mükemmelliğim detaylarımda gizli sanki; mükemmel bir adam olduğum için değil, tam tersine kimseye görünmeden içten içe bölünerek çoğaldığım için. Saplantılı olduğum ne varsa aynı, hatta aynı şarkıyı 20 kez arka arkaya dinleyip 21.de de aynı zevki alabiliyorum. Tek yapmam gereken sürekli alternatif(ler) yaratmak; alternatif bir hayat, alternatif eğlence anlayışı, alternatif sosyalleşme modları ve alternatif kişilikler, nam-ı diğer içten içe bölünerek çoğalma ve mümkün olan en mükemmeli yakalama. Bu baş ağrısıyla daha fazla uzatmaya niyetim yok, olmamalı. Yazmaya başlarkenki amacım da kendimle yüzleşmek değil kutlu dönüş haftasının en detaylı bir özetini vermekti zaten. Belki sonra.