De-distraction(s)

Tuesday, September 23, 2008

Photobucket

abstract: it is not always the right time and place and whatever else, it just happens to take two to make glows-in-the-dark form of a heart. and it is what it is.

purpose: keep the liquid running. might seem like an ordinary repetition of the exact same phrase in different contexts, yet that does not seem to be the case. and life itself might not be that simple, either.

questions upon request: well, any potential explanation would ruin the moment and afterwards. let's just say it's a passionate triangle of the self, the mirror and the image. the rest would just be of lame importance.

code: none needed. red is still the color. end of text.

slapshot

Wednesday, September 17, 2008

ben küçük bi kültablasıyım.
küçük değilim aslında iriyim.
ama yine de bi kültablasıyım.
hem kültablasıyım hem iriyim o zaman.
oh mis.

biri kafam kadar iki karamelli fırappuçino ve onbeş sigara sonrası ruh halim bakınız aynen yukardaki gibidir. ruh halinden ziyade mide kramplarının yol açtığı bi şapşallama süreci demek daha doğru olabilir sanki, zira her şeyi ruha yamamak yakışık almıyo artık.

akademik vizyon ve misyon gereği gizli özne müşterileri kaybetmemek adına takındığım tutumların sonuna gelmiş gibi hissediyorum kendimi, bugün telefonla bilgi alma yoluna başvuran bi adamın tutkuyla beklediği sınıfın açılmadığını öğrendiğinde "oraya gelip kavga etmem gerekicek o zaman!" demesi üzerine kendimi -yarı- kaybedip ağzını payladığımda farkettim. kaldı ki daha geçen hafta sertifikasındaki hata yüzünden çemkiren bi hatunu hadi yallahlayıp kovmuş ve üstüne de cumartesi amirliği esnasında, angut çocukları kur tekrarı olunca boku okutman(ım) ve kurum(um)a atıp sıvamaya kalkan başka bi densiz hatuna haddini bildirip nispeten daha insani bi tavırla -yine- kovmuş bulunuyorum. insan göresim yok dedikçe çoğalıyo adamlar, nasıl iş anlamadım!

bak sinirlerim oynadı yine, 2009'a bu şekilde girmek yok anlaşıldı mı!

Shitful of Love

Saturday, September 13, 2008

Milföy hamurundan bozma bi içim var sabahtan beri. Ebenin jujusuyla (bkz. .mın kukuya dönüştükten sonraki en şirin hali) orta şekerli arsenik kombinli şahane bi cumartesi olacağı zaten belliydi; ayrıca cumartesinin gelişi cumadan girer de açılmaz bile.

Ofis saatleri dahilinde gark olduğum dehşet-ül sefalara dair tek kelime etmek niyetinde değilim, zira beraberinde pek çeşitli diğer kombinleri getireceğinden korkmaktayım. Ama tek bi'şey var istediğim; devlet baba, başbakanlık bünyesinde kadının statüsü ve sorunları genel müdürlüğü gibi bi "şey" bulundurmak yerine aptallık üst limitini sabitleme enstitüsü falan kursa mesela hoş olmaz mı! genel müdürlükte gözüm yok asla, sadece birilerinin bu çok ciddi ulusal soruna odaklanmasını bekliyorum artık.

Önümüzdeki 2 gün boyunca cinlerimle yalnız kalma fantezisini araştırıp geliştirmek niyetindeyim. Hepsi ters dönmüşken kaçırmamalı bu fırsatı he!?

Başlık içinse Antony beni affetsin. Ona istinaden şöyle bağlamalı hadiseyi;

I hate you with all my heart, and I have a big one!

nefretlik durumlar

Wednesday, September 03, 2008

Şimdiye kadar yediğim en challenging mim bu olsa gerek, sırf bu yüzden pek sevgili syntax error dostuma bana bu kalbi kadar temiz mimi ayırdığı için en bi şahane sevgilerimi sunuyorum sulu öpücüklerimle birlikte.

Challenging dedim ya, ona istinaden şöyle bi açıklama felan yapmak yerinde olacaktır; benim gibi şahsı uyuz bi adamın en nefret ettiği durumları kategorilere ayırıp üstüne bi de sıraya sokması ziyadesiyle karın ağrısı bi durum. Yani sürekli nefret dolu bi insan değilim (!) bittabi, öyle görünüyor isem de işin kinayesinden mütevellit olmalı. Kişilikli mantıksal çıkarımlarım bi tarafa, obsesif-kompulsif eğilimlerim hayatı kimi zaman çekilmez kılar gibi gösterse de, -forgive the cliché- mükemmellik ayrıntılarda gizli olmakla birlikte detay canavarlığı, kişisel fark yaratımının en öncelikli vazgeçilmezlerinden biri felandır da.

Hal böyleyken, introduction introfunction ve hatta introfiction'a dönüşmeden şu şekil bi dizilem yapmak mümkündür;

kilim-paspas ve sayirin yamulan kenarlarının düzeltilmemesi. ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da, içimi saran iflah olmaz ateş yaptığım işe de engel olmak suretiyle mevzu bahis kenarları kalkıp düzelttirmeye iter bünyeyi. yamuk tablolar da aynı etkiyi yapar. 1 saat uğraşmam gerekse de tekeer teker düzeltirim hepsini. kendi evim olmak zorunda değil bu arada. bakış açısı eksikliğini gidermek en ulvi bi görevdir bu bağlamda. (bkz. çalıştığım merkezin 8 katlı binasındaki 808 resim ve benzeri bugün düz duruyosa sayemdedir, o derece.)

bulaşıkların olduğu gibi mutfak lavabosuna doldurulması. sorumsuzluğun bu kadarı! derim sadece. kimine göre evin en az vakit geçirilen yeri olması sebebiyle kişiliksiz bi mekan olarak görülebilir, lakin kazın ayağı o kadar ucuz değil arkadaş! mutfak kutsaldır bi kere. yemek sonrası oturup sigara-kahve yapmak nasıl zevklidir bilmeyenler bi öğrenip çıksın karşıma. hadi tabakları olduğu gibi koydun, aralardaki o çatal-kaşıklar nedir yani, estetik ziro.

lavabodan çıkarılan tabakların itinayla yıkandıktan sonra büyükten küçüğe dizilmemesi. sürecin en acıklı kısmı bu olsa gerek. o kadar uğraşıp yıkadıktan sonra tabak-çanağı öylece paçavra gibi dizmek hiç adil değil. aynısı çatal ve bıçaklar için de geçerli. çay kaşıkları ve bilumum küçük culinary item boyutuna göre dizilmelidir. Hem toplarken sağladığı büyük kolaylığı da unutmamak gerek. öyle bi damla pirille dağ gibi bulaşığı yıkadım, temizledim, pampak ettim demeyle bitmiyo bu işler, azıcık duyarlı olun yahu!

kültablasına kül ve izmarit dışında yabancı madde atılması. tiryaki kimseleri en çok çileden çıkarabilecek durumdur kuvvetle muhtemel. şahsen, söz konusu maddeleri küllüğe atan her kimse burnunun ucuna basmak istemişimdir hep sigarayı. ironiye bakınız ki, aynı kimseler sigarayı muslukta söndürüp çöpe atan diğer kimselere uyuz olma lüksünü bulabilmektedir gayet. karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesinde boğmak isterim bu tiplemeleri.

içmekte olduğum çay-kahvenin iznim olmadan dökülmesi. neymiş efenim soğumuşmuş. soğuk soğuk içilirmiymişmiş. ulan sana ne! ağız benim, dil benim, mide benim. hem sen sıcak içiyosun diye laf etmişliğim var mı ki şimdiye kadar malcan! havalar ısınmaya başlayınca da oy bi aysti olsa yok bi fırappe olsa diye ağlıyosun ondan sonra, hani soğuk içilmiyodu!

ortak yaşam alanlarının kişisel zevk-ü sefa dürtülerine alet edilmesi. çok geniş spektrumlu bi hadisedir kendisi. çoğunlukla eve kız atmaktan tutun da, tanımadığınız ve çok yakın olarak nitelendirilen insanların eve gelmesine kadar pek çeşitli türevlerinden bahsetmek mümkündür. bu kimseler nedense hep çok sinir bozucudur. hani önyargıyla felan yaklaşılır zaten, lakin yakınlaşma çabaları ve sosyalleşme güdüsü gözüme gözüme girmeye başladığı anda çığrımdan çıkarım gayet. sonunda uyumsuz ve sorunlu olarak addedilebilitem vardır ama başarmışımdır işte, herkes rahatsız olmuş ve eğlencenin doruklarına çıkamamıştır sayemde *yolilayi-huu yuffilayyi-hee*

sevilmeyen müziklerin çalınması. en bencil olduğum husus kendisi, farkındayım; lakin yapacak hiiiçbi'şey yok. ben böyleyim, yiyosa gelin.

Yukarıdaki asıl nedenler ve bi ondan daha fazlasından dolayı, yalnız takılmak ve huzur bozmamak adına her gün 60 kilometre yol yapan bi kimseyim. normal mi? evet. hayır. belki. hem dön de kendine bak bi önce, budur.

gray matters inside & out

Monday, September 01, 2008

Son gönderinin üstünden 1 ay mı geçti şimdi? Peki mevzu bahis gönderinin, yapıldığı ayın 31'inde kendini bulmuş olması, ait olduğu ayı reddedip kendine saygısını da yitirmesini gerektirir mi?

*
tennis is difficult. i love you.
my family and me. i love you.
i can't change my life. i love you.

**
fuck you because i loved you.
fuck you for loving you, too.
i don't need a reason to hate you the way i do.

* üst göstermeli ifade öbeği, basit bi kur atlama sınavının hepi topu yarım sayfalık kampozisyon kısmından alıntıdır. sahibesi kimse nasıl bi ifade karmaşası yarattığının farkında olmadan derin anlamlara gömmüştür boşlukta sarsılan söylemleri.

** üst göstermeli ifade öbeği ise, aslen çok başarılı bi şarkının nakarat tabir ettiğimiz kısmını oluşturmakla birlikte, şahsıma * üst göstermeli ifade öbeğinin tamlayanı gibi görünme eğlimlerine gark olmuştur gün içerisinde.

Bi tarafta basit bi dil öğrenicisi, diğer tarafta da fenafillaha erip geri yere çakılmış bi rock star. En öngörül(e)medik zamanlarda herkes nasıl aynımsı oluverire en güzel bi örnek işte size.

Hani tam da gecenin şu körü hayatın aslında ne kadar basit bi denklemden ibaret olduğuna dair sayfalarca lakırdı döşeyebilecekken, oynamak istemiyorum artıklara ulaşıyorum kendi kendime. Aşkla nefretin muhteşem uyumuna dair bu bağlamda söylenebilecek tek şey siyahla beyazın ortayı buldurmayan aşk ve nefretidir sadece. Grinin şahsiyetsiz bi renk parçası olarak kalması da işbu iki uç arasında çekiştirilip durmasından başka bi'şey değildir. Siyahlar içinde birine hayran olmamak elde değildir çoğu zaman, asil ve hatta karizma olarak değerlendirilip ağızdan boşalan sular toparlanmaya çalışılır. Beyazlar içindeki başka bi kimse ise çok masum görünür ve garip bi şekilde yine hayran bırakır kendine ve yine ağız sıvıları şarıldamaya başlar. Aynı ilgi ve şefkati griler içerisinde salınan bi kimsenin elde etme olasılığı ise evet, öküz götünde arpacıktan bi boy daha ileriye gitmez, gidemez.

Aşkla başlayan seks hep çok anlamlıdır mesela, çünkü ilerleyen aşamalarda en vahşi olana dönüşecektir samimiyet adıyla. Samimiyet ve en hisli dokunuşlar beyazdır ve fakat hareketler sertleşmeye başladığı andan itibaren siyah patron olacaktır en nihayetinde. Kırmızıyla siyahın cazibesinin nedeni de bu olsa gerek; tutkuyla sarmalanmış en karşı konulamaz hayvani iç güdüler, evet hayvanız en nihayetinde.

Durum şudur aslında;

id'im üzerindeki otomatik pilotu boğazladım gitti. 5 duyu konuşmadan da yaşamı devam ettirmeye yeterliymiş gayet.