Evet, az sonra biri beni cimcirecek ve sabahtan beri boğuştuğum bu son derece gerçekçi kabustan uyanarak kahkahalarla bezeli neşeler saçacağım ortalığa, aksini düşünmek bile is-te-mi-yo-rum!! Müessese itibariyle askerliğin evlilikle birlikte dünyanın en saçma şeyi olduğunu düşünürdüm, today totally proved it was NOT for no reason at all. Şöyle ki;
Ankara'nın nasıl bi yer olduğundan bi'haber nizamiye görevlisi kimse: "telefonunu bıragg öyle gel, içerde yer yogg." şaka di mi!
Görevi insanlara sıraya geçip öyle beklemeleri gerektiğini söylemek olan ve bunu mission impossible kıvamına sokan ne idüğü belirsiz asker kimsesi: "geç sırayaaaağ! ben gelip sokarsam kötü olur." e yok artık daha neler, hoşbulduk a.k.!
Ne idüğü belirsiz başka bi asker kimsesi ya da bi üstte bahsi geçen andavalla aynı kimse, bekleyişin 3. saatinde herkesin üşümekte olduğunu görerek : "çok üşüdüyseniz güneşte bekleyebilirsiniz euheuhe." hadi canım! şu an zırhlı birlikler sınırları içinde olmıcaktık ve de ayak parmaklarımı hala hissedebiliyo olucaktım ki sen de görücektin güneşte neler neler yapılırmış, mal!
İşin ironisi, beklenilen alan o an kapalı tutulan eşşşşşşek kadar bekleme salonunun kapı önü nerdeyse, asker adam soğuktan etkilenmez (woooo-hoooo!) falan gibi bi mantık söz konusuydu heralde ama gerekçesi her ne olursa olsun bugün maruz bırakıldığım(ız) uygulamaların sorumlularını en içten şiddetlerimle kınıyorum! Yıl 2008 oldu arkadaşlar, yazıktır ve hatta GET A FUCKING LIFE!!
Bu durumda an itibariyle officially Aaaahskerim, evet.
I have literally caught a lite sneeze. Bayılıyorum böyle şiirsel bi adam olduğum zaman, hani şiir bana ait değil, şiir de değil zaten şarkı sözü ama -sel'leşmek gerektiğinde, sözsel olmaktsansa şiirsel olmayı yeğlerim bu bağlamda. Devamında gelen caught a lite weight, lightning seeds göndermelerini ise içimde saklı tutmak niyetindeyim şu an.
Boys on my left side, boys on my right side, boys in the middle but you're not here. [whatever, sunshine, you keep doing your thing and I'll be doing mine. Not cool to be judgemental, whatsoever. sounds familiar? at all?]
Yeni ofisimde yazıcının iç gıcıklayan sesini dinlerken, saniyelerdir çıkmasını beklediğim Aralık dönemi parametresinin ilk sayfasının bembeyaz ucu göründüğünde nefessiz kaldığımı hissettim bi an. Yeni bi başlangıcın alameti olmasını beklediğim parametre basit bi sayfadan ya da listeden daha fazlasıydı benim için, ama anlamıyordu kimse ne çare.
DeSalvo delirmiş falan değil, bilakis bakış açısının ilklerin önemini kavrayabilmek adına ne kadar gerekli olduğunu vurgulayabileyim diye yazmış olmalı yukarıda görülen freaky satırları, bilginize.
"Elin ağzı torba değil ki büzesin" söyleminin alt kümelerinden biri mcık ağızlıları da kapsıyor ise, büzme işlemi ne kadar gerçekleştirilebilir onu merak ediyorum. Hem de çok! Bi de küfür yerine sövgü sözcesini kullanmak niyetindeyim bundan sonra. Hadiseye böyle daha bi yumuşaklık, bi tatlılık, bi renk falan kattığını hisliyorum (al bi tane daha). Bana küfür etti dallama! yerine, bana sövgülerde bulundu, bak haylaza ah-hah-hah! örneğinde olduğu gibi mesela. Dünya daha güzel bi yer olma mı böyle olduğunda!? Hı!?
Main Menu ve Message Center arasında kalmışım n'eyleyim, arada da View Tracks bittabi de 2 hafta sonra gidiyosun adamım ne iş!
Su da kalmamış şarabın içeyim, i-was-thirsty-for-everything-but-water-was-not-my-style persona değilim, hyphenların canını seveyim.
Nedir şimdi bu! Tamamen doğaçlama anlatılan etken-edilgenlerin en edilgenlerinden biriyim, alından süzülen en bi parlak ter damlasıyım, tahtaya yazdığım en yamuk cümle, kuyruğu en kıvrık g'yim, anladın mı!?
Formatı bombozuk sayfalar arasında kendini gösterebilen en fancy -in every sense of the word- öbek olmanın gururunu yaşarken, kontrol s yerine kontrol z yapıveren başı bozuk kendini bilmezler sayesinde running in circles bi kimse oluveriyorum. Thank god the circle is a perfect one uuuu.
Sonuna kadar ayırdım satır aralarını gördün mü!? Kafan giricek nerdeyse ulan bi zahmet okuyabil artık yuh! Pragmatics is some kind of a scientific language study, in which non-sarcastic persons and such will most definitely lose the hell out of themselves , mmhmm.
buh-bye diedie buh-bye.
Her şeyi oluruna bırakmak, oluru kabullenememek, olması gerekeni hayal etmek, kontrolsüz kalmak, iradeyi zaafa salmak, salınıp asılı durmak, durup kıpırdayamamak, kıpırtılara dayanamayıp solu(kla)yamamak, titreyip düşmek, kalkıp silkelenmek, bitip yıkılmak, yıkıntıları deşmek, deşilip yaralanmak, kanamak, ağlamak, çırpınmak, kuru gürültüyü dinlemek, dinlerken pabuçların altında ezilmek, ters dönmek, debelenmek, yutkunmak, delinmek, akmak, başa dönmek, yinelemek, görmemek, görünmemek, her şeyi oluruna bırakmak..
oynamıyorum artık.
Yarım çıplak, sesim çatallı, gözlerimse şişip şişmemek arasında kararsız bekliyor. Sense of humor ve cool olan her şey millerce uzakta bulduğu ilk masanın altına saklanmış günün geriliminin geçmesini bekliyor adeta. Kavun şarabının yerine şeftaliyi koyamadım, öylesine içtim, gece erken bitmemeliydi ama yine de "lütfen bu son şarkı olsun" dedim daha içeri girmeden. "Tonight was supposed to be fun!" oysa ki. Öyleydi de. Out of the blue gelen hediye ve çağrışımları ve göndermeleri ve anlamları ve taking turns anlatılan her şeyin "E işte sonunda ölmeli o zaman, n'oluyo ki öyle olunca!"lara gelmesi ve diğerleri. Filmi izlemek istiyorum artık ve yorum yapmak ve sigara yakmak ve ses çıkarmak avazım yettiğince..
yazmıyorum artık.
Küçükken küçük kalmak istemeyip büyüyünce bi'taraflarımın arşa değeceğini falan düşünürdüm, büyüdükçe büyüyesim gelirdi. My Sweet Sweet 18 dönemlerinde ise meydana gelecek değişikliklerin libido artışı ve sivilce popülasyonunun patlayışından ibaret olacağını nereden bilebilirdim, kifayetsiz kalıverdim ortada dımdızlak - cıscıplak - cascavlak. Şimdi bakınca tek derdim hala büyümek olsa keşke demekten alamıyorum -kendimi- kontrol edemiyorum hatta. Fevri Persona'nın yerini Relatively Calm Sarcastic Persona'ya devrediş sürecindeki sancıları ise unutmuşa benziyorum şimdilerde. Kendi çemberimde neyi değiştirirsem değiştireyim hayatım boyunca anlam veremeyeceğim pek çok şey sabit kalacak yerinde onu gördüm/ görmezden gelirken gözüme gözüme soktum sonunda. Ben büyürken benden büyüklerin 0-6 yaş tavırlarına kaba etlerimi ayırarak gülmeye de alışmaya başladım. Şu an kendimi her ne kadar günah çıkarır vaziyette hissetsem de, yaptığım intikam planlarının en nihayetinde masum birer kelebeğe dönüşeceğini biliyorum.
Tüm imla kurallarına da uyuyorum yazılı anlatım esnasında. Gözlüklerimi taktım, gömleğimin düğmelerini boynuma kadar ilikleyip saçlarımı da yana yapıştırdıktan sonra siyah üç bantlarımı giyerek saldım kendimi sokağa. Yolda yürüyen kimsenin dönüp bakmayacağı ve hatta fark bile etmeyeceği bir kişilikken, yüzüme yayılan pis gülümseme daha da anlam kazanıyor aslında. Kıyafetlerimin altında sakladığım kocaman kasap bıçaklarının da yüzümü aydınlattığını hissediyorum, mutluluk bu işte.
no angel came..
..you wouldn't understand.
Her gün biraz daha nefret duyuyorum bir şeylere, birilerine. Hepsinin sebebi farklı ama özü aynı. Önüne geçmeye çalışmadığım gibi görmezden de gelmiyorum, bu defa dışa yansıması çok farklı sadece; sürekli güler yüz, bitmek bilmeyen bi memnuniyet ifadesi, ağız dolusu kahkahalar, ilgili ve alakalı yaklaşımlar ve niceleri, ben değil kısacası. DeSalvo'nun ipleri tamamen ele geçirmişliği olabilir mi diye düşündüm ama o da değil korkarım. "Savunma mekanizmasının böylesine can kurban!" dediğini duyuyorum iç yerlerimden bi sesin, "buldumcuk olma otur yerine.". Şimdilik dinler görünüyorum ama tedirginim çok, bakalım.
Belirsizliğin yarattığı baş ağrıları da yeme de yanında yat kıvamına geldi artık. Aşağılarda bi yerlere koyacağım resim her türlü açıklamayı saf dışı bırakacak nitelikte aslında, o yüzden de susup daha fazla konuşmamayı tercih ediyorum. Sadece;
Duvarları tutacak gücüm kalmadı, kaldığın yerden devam et, hadi gel beni kurtar..
- Otobüs sırasında sigara içen insanlardan nefret ediyorum (tüm kalbimle)
- Otobüs sırasında bok var gibi dibimde bekleyip gereksiz temasta bulunan insanlardan nefret ediyorum (tüm kalbimle)
- Cumartesi ve Pazar günleri ortalıkta amaçsız gezinip gereksiz kalabalık yaratan insanlardan nefret ediyorum (oldukça)
- Dört kişilik asansöre beşinci binmeye çalışan insanlardan nefret ediyorum. Bi de soranları var "5 kişi alır mı?" diye, kalıcı mallık ıslah olmuyo.
- 100gr. İngilizcesiyle guru kıvamına gelen öğrencilerden nefret ediyorum; "Hocam, bu egzersiz böyle çok vakit alıyo sanki, şöle yapsak daha iyi diğ mi!?" (gel yavrum kucağıma otur, sen yaptır, hazır kucağımdayken de "etken" ve "edilgen" çatıları görelim.?, "Hocaam, colorı yannış yazdınız (wrong write!) kitapta u'lu yazmış!" (kitap elindeyken de herkesin tuttuğu kendine kızım denmiyo ki, etik değil hiç.).
- Title Ms. Amos göndermesi bittabi. "Asansör müziği"nden nefret etmem, kaldı ki apartmanda asansör yok, iş yerindeki asansörde de müzik yok - ipod alıp takıcam yakında, yanlardan vidaladıkmı yürütemez kimse. şahane.
DeSalvo:
olm yarın ne züg yiycez
DeSalvo:
saate bak
the portakal.:
yatcam ben simdi
DeSalvo:
ben de öyle yapim
DeSalvo:
çok mantıklı geldi birden
the portakal.:
ahahahaa
şimdi bunun blog yapıcak nesi var demesin okuyucu, zira mesene'yi amaç değil araç olarak kullanmanın faidelerinden yararlanıyoruz sonuna kadar. Ha şöyle de bişi var; saatin bi'hayli geç olması nedeniyle artık zıbarılması gerektiğine Wykka'nın söylemi üzerine ayıkan DeSalvo kişisinin amaç ve aracı neresiyle ayıracağı şüphelere gark edebilir kimseleri..ki saçma sapan bi laf oldu zaten. İki satır eğleniyoruz şurda, budur yani (hadi sus yat sen!).
the portakal. says:
blog yaptım
DeSalvo says:
bakiim
DeSalvo says:
eahahaha ben de bi önceki bi dudaa yerde bi dudaa gökte gönderiden sona aynı karmaşıklıkta bişi beklemiştim
DeSalvo says:
gerçi kendi içinde ziyadesiyle karaşık bi diyalok zaten ya neyse artık
the portakal. says:
bizim için yekten açık bişise de
the portakal. says:
başkaları için garabet bi unsur olabilir diyorum ben
DeSalvo says:
haklısıns..düşün dur artık clocwork neye gönderme kafadaki kordelya neyin sembolü
DeSalvo says:
euheueheu
the portakal. says:
dimi laağn
DeSalvo says:
du hikaye yaziim hemen
DeSalvo says:
koca kafama iliştirdiğim ve bizon götünde arpacık gibi duran kordelyanın hafif sararmış ve kırışmış uçları kadar kederli ve pembeydi kalbim
the portakal. says:
ehahahaa
the portakal. says:
kederli ve pembe olayına bittim ben
*
Yeşil donlu, Sibel Can/ Ahu Tuuba/ Serpil Çakmaklı kart(postal)lı rüyalara dalmak niyetindeyim bundan sonra (boyun devrilsin DeSalvo!). Yeni yıla da kışlada dansözler eşliğinde girme planları yapıyodum ama Wykka sağolsun leblebi, çekirdek ve kola gerçekliğine ayıktırdı bünyeyi. Hem hepi börtlek suyuma vodka karıştıramadan girmek durumundayım yeni yaşıma, ama haksızlık bu ööle diğğ mii!?
Soru: İki dengesiz karşılaştığında dengesizin önde gidenini önden götürten dengesiz hangi dengeleri alt-üst ederek dengesini şaşırmış ve hangi dengesiz olmuştur!?
Cevap: İkinci dengesiz. Birinci kendini biliyo zaten.
Giriyoruuuuum.Giriyoruuuuuuuuuum.Giiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir.dim. Neye?
a) itin götüne
b) dans ayakabılarıma
c) gerdeğe
d) depresyona
e) dünya evine
f) antırapoza
..g ve sonrası şıkları yazmaya yüreciğim dayanmayacak. birilerini oyum oyum oyup iç yerlerine de bade koyasım var, evet. mahalle muhtarlığından da istifa ediyorum an itibariyle. o kadar. yıkılın şimdi.
#!@#>:(#! : pimi çekilmiş DeSalvo bombasıyım ta kendim şahsen, insanlık henüz D-bomb nası bişi bilmiyo tabi. az daha sabır.
Ebenin hörekesinde gövel ördeklerle meşk-ü sefa eyliyorum dünden beri! İkinci tekil kılığına bürünen gizli özne Ayşe Kadın (bkz. fasülyesi) demeden çıkmayacak saklandığı yerden.
Bu bir.
En kısa zamanda bi gurup kuracağım. Toplam dört eleman olacak ve hepsinin adının ilk harfi A olacak (ben de dahil), gurubun adı da aDÖRT olacak (A4 gibi aynen, evet.) Hatta gurup elemanları böyle ofis işleriyle haşır-neşir kimselerden seçilecek ki (bkz. familiarity to paper work) daha bi göndermeli ve manidar olsun. Hem -gurubu dinlemedim, önyargımın da farkındayım- kolibandı'ndan pek çok daha yaratıcı kanımca.
Bu iki.
Sigur Ros kimselerinin ne dediğini anlamıyorum ama dinle dinle şiştim kaç gündür. Arada değişiklik olsun diyerek -çerez muamelesi yapmadan- dinleyerek keyiflere gark olmuşumdur hep..de bu defa uyuşuk-mayışık bi kıvama getirdiler beni. Oradan-buradan şarkı sözlerinin çevirisini aramaya korkuyorum, o kadar yani. Now playing: Sigur Ros - Hafsol
Bu üç.
DeSalvo bir sıçrar, iki sıçrar, üç sıçrar, arada bi sigara yakar, dört sıçrar, beşinciye hazırlanırkeeeen falında çıkan pirensesin aasasını (hala bulamadım, neyse artık o) alır götüne sokar. Götüne giren aasa açılmayan pirenses kurbağaya dönüşür, bir sıçrar, iki sıçrar, üç sıçrar, dördüncü de DeSalvo'yla sidik yarıştıramayacağını anlar, geri sıçrar ve öpmesi için yanağını DeSalvo'ya uzatır. Ortalık yerde -hele de bi kurbağayla- öpüşmeyi sevmeyen DeSalvo kurbağayı alıııııır ve eve götürür. Uzuuuuun uzun öpüşürler ve mavi pancurlu evlerinde lila başlı gövel ördekleriyle mutlu-mes'ud yaşayıp giderler (DeSalvo uzuuuuun uzun kurbağayla öpüşmedi bittabi, eve gittiklerinde kıçına şaplağı yiyen kurbağa korkudan normal haline dönüverdi hemen.).
Bu da dört.
Forgive me father for I have sinned - sorry in advance, I am SO doing it again.
Sigarayı karamelli kahveye batırıp yesem ya da karamelli Magnum'u ucundan yavaşşşça yakıp ciğerlerime çeksem daha zevkli olur mu? İşin vahimetini geçtim artık, tamamen bir keyf ve eğlence adamı olmuşum. Haftanın iki günü zil takıp zurna çalmaya heveslenmem hayırlara vesile olacağı yerde iflah olmaz bir alışkanlık sırasına geçmiş, korkmalı mı ki.?
"Put your head on my shoulder rather than the woods." demiştim ya kaç zaman önce, işte onu kendim bile çok ciddiye almamışım aslında. Geçen gece neyin varsa avuçlarımda bırakmışsın, bende kalanlarsa başını göğsüme yasladığında saçlarına takılıp kalmış. Ötesini-berisini düşünmeden, ağzıma sığmayacak kadar büyük laflar etmeden ve araya girecek -an itibariyle kısa görünen- birkaç ayın (ön)muhasebesine girişmeden, boşlukta çırpınan kelebeklerin coşkusuna ses çıkarmıyorum şimdilik.
Now playing: Tori Amos - Cooling
Not: Bugün fal baktırdım, askerlik dönüşü -ama döner dönmez- aile arasında bi söz, bi nişan, bi bi'şey varmış, potansiyel kayınbaba bile çıktı telve kıvamında. Hanemin ortasına yerleştirmişim hatunu, elinde de böyle pirenses aasası (neyse artık o) çok aşık olacakmışız birbirimize. Aile arası söz/ nişan hadisesinin hastası oldum özellikle, hadi bakalım uuuu maşalla.
Now playing: Air - La Femme D'Argent
Kredi kartlarının arkasındaki güvenlik kodunun önemiyle biz insanların kıçına verdiği önem arasında hiçbi fark yok bence. Birinin yüzüne dokunursan sorun olmaz ama kıçına parmağını değdirdiğin anda kıyamet kopar, nedense. Hani gelen-giden selam vermek babında ellesin demiyorum bittabi..de tüm gün üstüne oturduğun ve en nihayetinde iki bacağın ortalık yerde birleştiği organımsı bi oluşum neden bu kadar önem arz eder hayatımızda anlamıyorum. Konuya giriş neden kredi kartlarıyla yapıldı onu da anlamıyorum zaten. Mevz-u bahis güvenlik kodunun son üç rakamı olmadan sanal semalarda bi halt edilememesi çıkış noktası kabul edilsin bağri.
Now playing: Zero 7 - Truth & Rights
Asıl konuya gelecek olursak; aslen çok afili ve vurgunç (bkz. vurucu, dokunaklı) bi gönderi yapmak niyetindeydim, lakin bilinç cinahlarında meydana gelen kısa devrelerin tüm zihinsel süreçleri felce uğratması sonucu yukarıdaki seyr-i zul meydana gelmiş bulundu. Eski günlerde pek bir eğlenerek (!) gerçekleştirdiğim ve hatta "host" ettiğim çevrimiçi-canlı (çok anlamsız, evet) derslerin etkisinde kalmış olmalıyım ki, kendimi esas oğlan ilan ettiğim resimli bi hikaye yaratmacası kurgulamak istedi cancağızım. Bu denli sulu bir ortamda vicud bulacak bir kurgunun tutarlılığından depderin bir endişe ediyorum korkarım.
Now playing: Zero 7 - Distractions
Aldım-verdim-kendimi yendim, sarhoş oldum ama zaaflarıma kurban etmedim bünyeyi, belki de ettim farkında değilim, olaya nerden bakıldığına bağlı olabilir gayet.
DeSalvo kadehinden aldığı ilk yudumu diliyle ağzının içinde dolaştırıp zevk-ü sefaya gark olduktan sonra, kapattığı gözlerini açıp hafifçe yukarı kalkık başını indirerek karşısında oturan Na-jay-jay'e hınzır bir gülümsemeyle "Is this heaven or what!?" der ve sigarasından derin bir nefes çeker. Karşılığında Na-jay-jay'den aldığı cevap ise suratındaki gülümsemeyi genişleterek kadehinden daha büyücek bir yudum almasına sebep olacaktır; "Puure heaven, honney!".
İşte böyle başladı dün geceki "akıllara zarar-ziyan" the.gang toplaşması. Herkesin bir yere dağılmış olmasına ve yine herkesin bireysel olarak birbiriyle görüşmesine rağmen bi türlü zaman-mekan dinamiklerini biraraya getirememesi söz konusu gang ruhunu gıdım etkileyememiş, mutluluk verici bittabi.
Toplamda 7-8 saat süren içmece ve eğlenmece "craze"inin hangi bi detayı verilir ki şimdi allasen! Gece başlamadan kafayı zitrilyon yapmışım, gerekli gereksiz milyonlarca kelime tüketmişim, her zaman olduğu gibi sağda-solda püskürecek birilerini bulup onlarla bile eğlenmişim, ertesi gün sabahın kör seherinde başlayacak 4 saat ders ve sonrasındaki yığınla ofis işini hiçbir yerlerime takmayıp gözlerim pörtleyene kadar -kimi zaman ciyyak ciyyak- şarkı söylemişim/ söyletmişim/ bira şişelerini mikrofon belleyip düğet yapmışım (bkz. Voodoogirl-Aycan-DeSalvo üçlüsü singing I won't goooo getting tired of youhuuuu..), fenafillahlara ermiş geri gelmemişim sözün özü. İşin en güzel kısmı da, günün ortasına gelindiğinde "olm dün gece efffffsaneydi, koymuşum her şeyin dibine!" diyebilmek.
G.E.C.E hakkında yorum yapmayı ise gereksiz buluyorum an itibariyle. Daha önce çeşitli gönderilerde belirttiğim her şeyin arkasındayım sonuna kadar...da kaç aydır çalmıyor olmanın etkisiyle daha bi lezzetli olmuş adamlar, aynı istikrarla nice performanslara diyoruz.
Not #1: the.perfect kapılın 10. ayı mutlu ve de kutlu olsun tekrar, must still be addicted to bass with some hot voodoo.
Not #2: Wykka ve DeSalvo kişileri emin olmadan asla ve kat'a hiçbir şarkıyı söylemeye kalkmamalı, zira artık herkesin götüne pelesenk olmuş bi eserin orta yerinde takılıp zırvalamak hoş olmuyo bu yaştan sonra.
- "mesene"de ismini (kişisel ileti değil, dikkat lütfen) "aşkaaaaam seni çok seviyoruuuum", "*burayasevgilininisminisokuşturun* nerdesin yaaaaa!" ya da "*sevgilinin ismi* *kalp* *şahsın ismi*" yapanlar,
- Feysbuk olur başka bi arkadaş/çift bulma ve çiftleşme sitesi olur, bu tip yerlerde "default" olarak vesikalık resim kullananlar (sevdiğim kimseler bile olsa acımam),
- Pek çeşitli eğlence mekanlarını tek tip dolduranlar, eğlenirken gereksiz temasa geçenler, sigara dumanını orama-burama üfleyenler, dans esnasında savurduğu saçı gözüme sokanlar,
- Mekanın ambiyansına uymayan, yanında bağyan görünce bi de üstüne vodka-tonic'ini absolut isteyince kebapçı ağzıyla "başka bi arzun isteğin var mı ağbi" deme gafletinde bulunan bahşiş delisi garsonlar,
- Çaldığı bok-püsürüğü ciddi ciddi müzik sanan denyocan Dj'ler ve yine çalınan bok-püsürüğü müzik sanmak suretiyle Dj eşliğinde -elinde viski şişesi- kendinden geçen "üst düzey" göt laleleri, otsbir olsanız çekilmezsiniz, aynen öyle.
Yarın gece Manhattan'da eğlencenin doruklarına ulaşmayı bekler durumda the.gang. Sen yüzümüzü kara çıkarma to whom it may concern.
Yola çıkarken yanıma aldığım hiçbir şeyin almadığım her şeyle ne kadar da uyumlu olduğunu gördüm bu gece. Ya da yazmaya başlarken aslen akılda olmayan her şey nasıl da akl-ı selim bir şekilde hiçbir şeyin yerini alarak tümleyiveriyor satırları, hayret! Şeftali suyunun kadifemsi dokusuyla karamelli kahvenin yoğun kokusu için de söylemek istiyorum aynı şeyi. Özellikle karamelli olmak zorunda değil ama, şarap sonrası ikincil ilahi içecek olduğunu bilen her tür kahve üzerine alınmalıdır söz konusu durumu.
There are times when there is this tune echoing in my not-really-sane-yet-perfectly-sober head and kinda whispering the exact words you whispered last fall..
Yol üzerinde belirlediğim her noktaya bir işaret bırakıyorum -hani daha önce demiştim ya, sonunda bir krallık olacak ve herkes happily-ever-after modunda yaşayacak- beni bulabilesin diye. Yalnızca bu defa ekmek kırıntıları yerine kan damlalarımı bırakıyorum ardımda. Saat 8'de hava iyice karardıktan sonra yola çıkmalısın, ancak o zaman farkedebilirsin damlaların yukardaki yansımasını. Sakın unutma, kimine göz yaşlarımı da eklemiş olabilirim o yüzden dikkatli ol toplarken.
Closed all the doors before I made this final decision. Heading to the ultimate dream and still waiting..
Göl kenarındaki iki katlı ahşap eve vardığında hemen önündeki iskelenin sonuna git ve senin için bıraktığım battaniyeye sarınıp dinlen biraz. Sandalyenin hemen yanında kapalı bir kutu göreceksin. İçinde bir kupa, bir kadeh ve bir bardak var. Seçimine göre farklı yollar belirecek önünde, ama korkma hepsinin sonunda ben varım.
It's just silence and me all around..
Çok az kaldı. Aradan bunca zaman geçmişken ve yol boyunca her şeyi ve hiçbir şeyi denemişken hayal kırıklığı yaşamanı istemem. Bu his çok farklı..alışkanlık gibi değil ama hep yapmak istiyorum, hep yanımda olmasını istiyorum, kimi zaman defolup gitmesini istiyorum ama çok uzaklaşmamak şartıyla. Bir kere bütünleştikten sonra kazısam da iflah olmaz korkarım. Sonuna geldiğinde anlayacaksan ne zırvaladığımı. Kaybetme korkusunun şehvetle karışıp gök kuşağına yansıması bence bu duygu, evet o kadar renkli ve cezbedici. Kim ne derse desin;
I'm loving you more and enjoying it less.
Random: Sia'nın içimdeki mırıldanışı, Skye Edwards'ın ağız dolusu sözlerini bastırıyo bu gece. "Let's not fight! I'm tired, can we just sleep tonight!?" vs. "I don't need you to talk to me or cast a light on this broken dream." gibi bi durum çıktı ortaya. İkisinin kesiştiği köşede de "Everytime we live together, we die a bit more!" yer ediniverdi kendine.
Fact: Anneden gizli yapılan hepi topu bir dakikalık bi telefon konuşmasının, bardağın dolu kısmını kırmızılar, eflatunlar, sarılar ve turunculara boyayarak görünür hale getirmesi nasıl huzur verici bi durummuş aslında! Ufak şeylerle mutlu olmak ya da Poliyanna ile BFF (Best Friends Forever) laçkalığına bulaşmak değil kesinlikle, öyle olsa evin içinde gördüğüm her örümceği avcumun içinde dışarı bıraktığımda da hissedebilirdim aynı huzuru.
Whatever: Aşkını her gün sigara-kahveyle geçiştirdiğimi sanarken, sigara-kahve aşkının tutkuyu nasıl arttırdığını farkedemedim. Sigara içmeyenler anlayamaz, aslında kahve yalnızdır hep kupasında.
Günlerdir bünyeyi kukumav kuşusu gibi düşündürttüren ve yine bünyede uçuk olarak kendine yer edinen askerlik mevzusuna son noktayı (nerdeyse) koymuş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyor olduğumu söylemeyi çok isterdim ama yaşamıyorum, yaşayacağımı da sanmıyorum. Dünyanın en gereksiz "şey"i dünyanın en gereksiz zamanında nasıl oluyo da hayatımın ortalık yerine cuk diye giriveriyo anlamış değilim. Ya da neden hala böyle bişi yapılıyo ki in the first place!?
Özgür ruhumun hiç bilmediğim koşullar altında sözde kısa olarak adlandırılan beş aylık bi dönem boyunca saçma ve de sapan bi yere tıkılacak olması miğde kıramplarına sebep oluyo gayet. Tipik oğlak erkeğim, back the fuck off, budur.
Diğer taraftan kılişe ötesi bi söylem var ya askere giderken mümkünse arkanda kimseyi bırakma diye, heh işte ne demektir o pardon!? Kendisi direkt negatif koşullanma değil midir? "Askere sevgilini bırakıp gidersen bil ki teoride seni, pratikte onu düdükleyen birileri çıkar!" kadar basit bi hadise midir acaba! MythBuster moduna geçip aksini kanıtlamayı bir borç bildim kendime, evet.
Yazdım kurtuldum ama rahatlamadım. Vicdani hakkımı kullanıp Pisuvar Köpekleri'ni başımıza musallat eden yurttaşlarımı reddettiğim gibi askerlik zamazingosunu da reddetmek isterdim toplumsal bilince öncülük edeceğini bilsem ama oluru yok korkarım. Üniversite yıllarında 20 kişi aynı anda aynı bilinçle dersleri asmayı bile beceremeyen insanlarız biz he-heyyt! Herkes yapıyo nasıl olsa de ve katıl sürüye işte, daha kolay ne var!?.
İçimin çekilmesi yetmedi, üstüne bi de giyince Beetlejuice olduğum şeyim..hmm..kazak/sivetşört/neyse-işte-o'yum çekti ilk yıkamada. Kendisini bazı testlere maruz bırakıp geri dönecekler asap. Canını çok yakmasalar bari, malum o da vicud haritamdaki yerini aldı geçen hafta bugün itibariyle.
O değil de asıl şu sürekli farklı akımlara neden olan tişörtler var ya baskılı, hastasıyım. Üzerinde "your pussy+my penis=great party" yazanına bile denk gelmiş ve içinde duran çakma personalara kıçımla gülmüşümdür, lakin bugün gördüğüm dumur-estlara gark etti beni. Otobüse binen sıradan bi çift ve üzerlerinde siyah tişörtler, kızınkinde kocaman bi ok ve üzerinde "this is my romeo" yazısı, oğlanınkinde de aynı ok ve "this is my juliet" yazısı. Hani cesaret aslında tüm bakışlara rağmen o tişörtleri giyebilmek ama suratlarındaki mal ifade söylemleri desteklemediği için tüm bakışlar daha bi anlam kazanmıştır eminim. Onu da geçiniz, oklar aynı yönü gösteriyo, yani yanyana durduklarında kız oğlanın julieti ya da oğlan kızın romiyosu, açıkta kalan yandı. Üç kişi yanyana durduğunda ise cinsiyet ayrımı gözetmeksizin buyrunuz size en şahanesinden bi threesome (bkz. resim).
arka plan(lar)ım değişse de doku aynı kalacak nasılsa!?.
sez Tyra DeSalvo at 10:36 PM Monday, October 15, 2007kaybolmayı beklerken:
dudak dudağa kaldığımız an çok yakında bulunacağımızı fısıldıyordu dilimin ucuna. ya da rüya görüyordum da çalan şarkı fişekliyordu bilinç altımı hafiften. uzun zamandır maruz kalamadığım alçak nefesin etkisiydi her iki şekilde de. çoktandır böyle gerçekçi sevişmemiştim geride kalan ruhlarla, uyuduğum yerden kalkıp müzikle birlikte tüm yaşam fonksiyonlarımı kapatmaya da gücüm yoktu. karanlıkta hüzünlü şarkılar dinliyorum bu akşam kalbim atmadan öylece dursun diye.
ucundan akıp gitmeden son kez:
başını arkaya her atışında tüylerimin dikenleri biraz daha delip geçer gibi oluyor kalbimi. ağır çekimde gölgelerini takip eden bir sapığım belki ya da seni tanrısı gören iflah olmaz bir kundakçı. etrafındaki her şeyi yaksam da dumanların arasından seçilecek olan tek şey yine bedenimi siyaha boyayan kırmızı saçların. kızıl değil onlar, o kadar öfkeli değiller. geçmişi silmeye çalışan her darbede bir telini daha koparıyorlar hezeyan yaratabilmek için, her seferinde daha da kırmızı oluyorsun ama farkında değilsin. sen bunları okurken ben buraları çoktan terk etmiş olacağım. sakın beni aramaya kalkma, en siyah tuşuna son bir kez daha bas sadece ucundan akıp gitmeden.
chocolate chip good-byes:
Sparks..Spaarks..Sparkle..Sparkles..Spar..Sp-..tamamlayamadan düştü yere. Beklentilerini boşa çıkarmayan gerçek çikolata parçacıklı kurabiyelere minnettar damlatıverdi son kan damlasını burnundan. Kulaklıklar hala kulağındaydı ama çalanın ne olduğunu anlayabilecek durumda olmasa gerekti. "6.61 you sure where my Spark is here!", önünde öldüğü marketle başında dikilenlerin zorlukla duyabildiği şarkı arasındaki ironiyi çözemeyecek olması çok acımasızcaydı. Oysa ki engelliler için yapılan otomatik kapıdan keyifle geçerken marketin tabelasını gördüğü anda nasıl da sevinmişti yine o kurabiyelerden yiyeceği için.
DeSalvo'dan masal(!)lar:
fantastik dörtlünün götünü oluşturmadan voltran'ı arayıp hal-hatır sormak istiyorum an itibariyle. her milletin bir kahramana ihtiyacı vardır, bu milletinki de benim! kalemim kılıcımdan keskin ayrıca çok dengesizim. tüm genç kızların rüyasında görmek istediği bi adamım, karizmamla da eritip bitiririm adamı. sonu hayal kırıklığıdır ama demedi demeyin, asla ve kat'a sorumluluk almıyorum bu bağlamda. yıllardır orada-burada-dünyanın dört bir yerinde-yedi düvelin her köşesinde takip ettiğim gökkuşağının dibine varmama bu kadar az kalmışken yoluma kimsenin çıkmasına izin veremem, nayır kusura bakmayın. hikayenin bu kısmı çok hüzünlü ama çaktırmama konusunda ısrarlı. ağlamayıp yandan atan pek çeşitli insan olmuş şimdiye kadar, sanırım o yüzden. prens prensini kurtarmaya giderken kırmızı başlıklı kızın taso oynadığı kocaman kurdu büyükannesine bile çaktırmadan tek boynuzlu atın sol ayağına atıp düşürmesi gibi aynı. hepsi de prensin m&m'sini almak içinmiş oysa ki. bolluk içinde büyüyen çocuklar hep böyle zaten, baban milkanın sahibi yani gözün doysun azıcık mal mısın! bak canım sıkıldı yine, neyse canım sevdiğim care bears çaktı işareti yukardan bak, gitmeliyim şimdi. sevgi, barış ve sert bir mmm..
Hastasıyım şu mimleme hadisesinin, değilim aslında ama iyi oldu bu akşam kafa dağıtmak babında. Neyse Wykka-jan'ın ağır baskısı sona ermişken ben de Vudukızım'ı mimleyeyim, adet yerini bulsun. Sorry in advance, baby!
Depresyonun etkisi altında yapılan yemeklerden hayır gelmediğini bile bile feda ettim barbunyalarımı. Özenle rendelediğim köy domateslerim ve gözlerimi yakmaya kıyamayan caanım soğanım için ise ayrıca yas tutmayı düşünüyorum. Sevgimi katamadım bugün size, çok özür dilerim..
Dün konuştuğumuz gibi arada bi istediğimiz kadar ölebilsek..hiç yaşayasım yok bugün.
Gelsen de gelmesen de fark edecek bir şey yok şu saniyeden sonra. Pet şişemi delmeye başladığında korkmadım, çünkü doluydum ağzıma kadar. En fazla yarıma kadar boşaltabilirdin, kalan yarımla da idare edebilirdim iyileşene kadar. Öyle olmadı ama hiç acıtmaması gerektiği gibi. Parmağımı kessem de yenilenir, kulağımı koparsam devam edebilirim duymaya şekillenene kadar. Susuz kalmak, kurumuş hissetmek, içinin çekilip gidivermesi bi taraflara öyle değil.
Delirmişliğimi izlettim canlı yayında bu akşam, mes'ed eder beni dedim birilerine faideli olmak eğlendirmek babında. Mes'ed değildi o, farkındayım; mebla yerine mevlanın kullanılamayacağının farkında olduğum(uz) gibi aynen. Çok yüksek mevlalar isteyen insanlara karşı çaresiz kalanların ağzından sadece ve sadece "yağdır meblam su." sözleri mi dökülür!? Ben yine de mes'ud olmalıyım sanırım, ne de olsa şimdiye kadar yazdığım minik tefek lafları ve yenilerini toparlayarak söz yazarı olmaya karar verdim, beste kısmım eksiktir hep malum. İlkini tamamladım bile, kime göndereceğimi düşünüyorum sadece. Sana göndersem kıymetini bilmezsin, fotoşopla suratımdaki mutsuz diğer suratı da düzeltemezsin hiç uğraşma.
Işıkları kapattım koş gel yanıma. Karanlıkta göremiyorum yüz ifademi, gölgeler de yok hem, az da olsa rahatım sabaha kadar.
there you go with minor injuries. the bleeding does not last forever, you once said. taking your word, crawled back into my bed and painted all in red. I'm loving the colors up above the clouds..
Çok uğraştık, didindik ama emeklerimize değdi. Renk uyumundan ayrodinamik özelliklerine kadar şanımıza yakışır bi "masterpiece" yaratmayı başardık, teprikler!
duygu durum tavan yapmış vaziyette seyreylemekte ruhun erdemini gök kubbenin kuşaklandığı yerden. tek cümlelik kısa hikaye, happily-ever-after!?.
maybe it terrifies me:
Gölgem de kaçtı koşaradım..bir tek ben kaldım kaldırımın sonunda.
me and a gun:
Kötü başlayan bi gün nasıl çok daha kötü bitebilir bizzat görüldü bugün, emeği geçen herkesin tuttuğu kendine.
he says that behind my eyes I'm hiding:
Üzerinden 2+ ay geçti ama bugün çok fena vurdu. becerebilsem yere yatıp debelenerek anıra böğüre ağlarım (call me bitch, call me crazy, call me whatever you like, evet.). Böyle olacağını bilsem farklı diyarlardaki arkadaşlarımın myspace sayfalarına bakma gafletinde bulunup hepsinde Ms. Amos ile burun buruna gelmezdim muhtemelen.
candy lies:
bu gecenin playlist'i de bağlama uygun vaziyette şu şekilde beden buldu kendine:
*Baker Baker*Dragon*Mother*Playboy Mommy
*Ruby Through the Looking-Glass
*I Can't See New York - I Can't See Your Trace diyesim var bugün nedense!
*Toast*Carbon*1000 Oceans
*Smokey Joe*Purple People*Lust
*Cloud On My Tongue*Roosterspur Bridge
peşin peşin at olm kendini aşşaa, ne gerek var zahmet edip hepsini dinlemeye ki!
from here no lines are drawn:
Gözümün önündeydi oysa ki az önce, bir anda kopup uzaklaştı ayaklarımın ucundan.
Nerdeyse hiç anne sözü dinlemedim, hep burnumun dikine gittim (so capricorn of me, I know) gittiğimle kaldım, 360 derece dönüp kıçımın üstüne oturdum; ama pişman olmadım, "dinleseymişim böyle olmayabilirmiş, evet." dedim, yine bildiğimi okudum. Peki neden şimdiye kadar yaptığım hiçbir şeyi ben yapmışım gibi hissetmiyorum ki! Yükte-hafif-pahada-ağır kişilik atraksiyonu sırasına geçmiş gibi görünen bi'takım alt benlik yaratmalar ve bunlara isim koyarak kendine ait özellikleri kardeş payı etmelerin doğal bi sonucu olabilir belki. Hani insanlar "bedenimden sıyrılıp bi süre dışardan kendimi izlemiş gibi hissettim, çok enteresandı." der ya, onun gibi işte. "Mütemadiyen" vs. "Bi'süre" hadisesi ortaya çıkmakla beraber darma ve de duman eder ortalığı bu durumda. Her gün aynı şeye ayıkmakla birlikte, deja vu'nun suyunu çıkarmanın pek çeşitli türevine şahit olunmasına rağmen iki-elle-bi-zki-doğrultamama hissiyatının önüne geçememek takdirlere şayan, fenafillahlara iflah, sittin düvele timsal bi vak'a-ül menemdir.
Her şeye rağmen kendimi askere gidecek kadar bile büyümüş hissetmiyorum. Kapının önünde duran üç bantlı ayakkabılar da ya zevkli bi adam olduğumun ya da sürekli kendimi tekrar ettiğimin göstergesi, çok karıştım, bilmiyorum.
Eve dönüş yolunda çarpmak suretiyle ölümüne sebep olduğum -2'si çift olmak üzere- 5 kelebek ve -türünü bilemediğim- 1 kuş için çok üzgünüm. Kendimi seri katil gibi hissetmem gerekir mi bilemiyorum an itibariyle.
O değil de şöyle bi'şi var:
Antalya; ohsbir (31) olsan çekilmezsin!
Ankara; home the.sweetest! jadoğr, bebek!
Paranoyak ruh halinin bünyeyi çok ama çok yalnız hissettirmesini engellemenin bi yolu yok gibi, gotta love mood swings! Tesadüf diye bi'şey de yok ayrıca, hayatta her şey bi amaç uğruna gerçekleşir, işaretler de yol gösterir. İşaretler içinden çıkılmaz bi hal aldığı zamanlarda da yukarıda mood swings olarak bahsi geçen hadise vuku bulur, evlere şenlik ne diyeyim.
Geçtiğim her yere bi uyarı tabelası koyayım en iyisi, ekmek kırıntıları gibi olsun ama herkes takip edemesin, büyüsü bozulmasın. Yolun sonunda da maviler, morlar, yeşiller, pembeler içinde bi krallık çıksın ortaya, sadece happily-ever-after persona'lar yaşayabilsin orda; kimse kimsenin kalbini kıramasın, herkesin EN büyük derdi fazla huzurlu yaşamak olsun. Hikaye gibi hatta masal gibi görünsün her şey ama gerçekçiliğini hiç yitirmesin, renkleri solmasın. Müzikal bi hayat olsun aynı zamanda ama hüzünlü şarkıları dinleyemesin kimse, kalp atışlarıyla müziğin ritmi uyumlu olsun her zaman. Rüyanın sonu hiç gelmesin..affedildiniz hepiniz.
Irish Nut Cream diye bi'şey yok canım benim!
sez Tyra DeSalvo at 9:35 PM Tuesday, September 11, 2007Ağzımı şapırdata şapırdata domuz eti yedim İrlanda'da, artık cehennemde cayır-cuyur yanmak için ikinci bi nedenim daha var.
21.5 saatlik yolculuktan bahis etmek gayet gereksiz olacaktır an itibariyle..ki canım hiçbi'şey yazmak istemiyo. Praaaaaaaaaaaag seni seviyorum, budur!
İlk günün ilk sabahında halet-i ruhiyemi kendi kendime şu şekilde özetledim Riverside Theatre önlerinde; Smoking in Ireland is orgasm. O nasıl bi huzur, nasıl bi hoşluk ifade etmek kat'a mümkün değil. Hep derdim çoook büyük bi değişikliğe ihtiyacım var toparlanmak için diye, öyleymiş gerçekten. Lakin insan kişisi bi süre sonra kaosu özler oluyo Coleraine cinahlarında, her yer yeşil her yer sessiz nereye kadar, buldumcuk olmanın farklı bi versiyonu sanırım bu da.
Adaptasyon sıkıntısı çekmemenin faideleri say say bitmez bu bağlamda. Sözde İngilizce konuşan ve ne dediği zütsen anlaşılmayan Irish kimselere yol bile tarif etmiş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadım ziyadesiyle. Diğer taraftan da, şahsıma -Türkiye'yi kastederek- Is it far away? sorusunu yönelten taksi şoförüne bön bön bakmak suretiyle sorusunu 3 kez tekrarlatmanın acı veren ağırlığı çöküp kaldı omuzlarıma (bkz. hay senin aksaanını skim adam).
Taksiyle Coleraine'e giderken yanımıza şemsiye alıp almadığımızı soran yabancı bi takım akademisyenlere verdiğim cevap ile literatüre soktuğum atasözünü de unutmamalı: I never do the umbrella thing. Using umbrellas is denying mother nature.
DeSalvo & Wykka mutfak sefasında "kendi kaavemizi kendimiz yaparız tey-tey-tey"
TD :: Tyra DeSalvo (ne tatlı)
- öğrenci dediğin her yerde öğrencidir, dünyanın teee öbür uçlarından gelen örtmen/ kokutman vs. ile yapılan konuşmaların 2. dakikasında emin olduk, bizimkiler yine zekiymiş dedik helal olsun.
- akademisyen dediğin de her yerde akademisyenmiş, bi mallık-bi otluk-bi sıkıcılık aman allaam!! hayat bu kadar ciddiye alınacak bi'şey değil, get an effing life diyesim geldi hepine ve de topuna, bi de dans etmemeliler kesinlikle - hele Irish olanına asla bulaşmamalılar gülmekten işedik zira. Jump, kick, one-two-three, evet.
-üniversiteli takımı da hemen hemen aynı kafada, özellikle de bizimkilerle. kampüs içinde dolanırken birden "olm Professional Widow'un sözlerini give me peace, love and a hard Irish cock olarak değiştirmek istedim.." dedim Wykka'ya ve takriben 30-40 saniye sonra kaldırımın üzerinde aşağıdaki resmi gördük (poz tamamen doğal, kasıtlı yapılmış bi'şey değil - hı.hı!);
Bugünkü salon başkanlığı sırasında yine çok sıkıldı zavallı canım ve yine kıreatif persona oluverdi bi anda. Bi'şey çizemem aslında, o yüzden bi'şey çizemeyen kimseleri anlamayan kimseye ifhaf edeyim bu şahen çizimimi (saatlerce bakıp anlam çıkarmaya çalışmayın, yok anlamı felan).
*
Edit felan: an itibariyle öğrendim ki birilerini mimlemem gerekiyomuş, hal-i hazırda resim varken; wykka-jan & vudu-jan mimlendiniz pepikler :m
Etenşın! Durum güncellemesi yapmayı hedefleyen bi gönderi değildir bu, dinlenen bi şarkının (bkz. Eye) yaptığı çağrışımların doğal sonucudur sadece.
Her bi'şeyden önce dil öğrenmek için debelenen insanların dilek/ şikayet/ soru(n)/ talep/ beklenti/ lakırdı ve bilumum vırvırından bunaldım çok fena, bi insana herhangi bi'şey en fazla bir hadi bilemediniz iki defa söylenmeli ya da herkesin aptallık üst sınırı aynı olmalı; zira her gün şaşkınlıklara gark olmaktan alamıyorum kendimi hala. Gün içinde her ne kadar sittin kere sktiri çekmek istesem de konumum müsade etmiyor, TMRli Sipahiler'in başını çekerken mümkünatı yok korkarım!.
Geçtiğimiz hafta içlerinde sol göz cinahlarında çıkan arpacık şeysinin, ecza deposuna dönmek suretiyle, geçmiş olmasına ağız dolusu sevinemeden -nasıl olduysa artık- farklı bi forma girerek sağ göz semalarına atlamış olması da sinirlere boğdu bünyeyi. Pisikolojik bozukluğun daha fazla dayanamayarak virüs/ mirüs (her ne haltsa artık) şeklinde vicuda ermesinin sonucu olmalı kendisi ya da patronun deyimiyle "oğğ! mikrop yuvası olmuşun bence sen! (espiri, evet. iğrenç, evet.)"
Daha önce bu sayfalarda asla ve kat'a bahsetmediğim İrlanda ve Yürokol İkibinyedi konferansı da arabın saçı/ eşşeğin ziki kıvamına geldi gayet. Ayrıntılar önemli değil, olsa bile yazacak adam yok şok yorgunum şooook. Yalnız şöyle de bi'şi var; daha tayyarenin kuyruğunu görmeden fantezi boyutuna atlamak nasıl bi mallıktır ki!?. Yok efendim orda tesadüfen şahen bi konsere denk gelirmiymişiz de bıkbık da bıkbık. Konferansa gidiyosun adam, kendine gel!
..demem, diyemem, dedirtmezler! bi konsere değil üç konsere denk gelelim, dördüncüsüne paramız yetişmesin olma mı!?.
:m:!:n
. .lost me there, in the open road..
Bana acı çektiren herkesi yırtarak pamukla doldurmak istiyorum içlerini. Peluş hayvanlara benzetip oyuncak pazarında bedava dağıtacağım çocuklara, büyüyünce böylelerinden uzak durun, rüzgarınızı kimsenin kesmesine izin vermeyin diyerek.. kalp kırıklığı sadece.
Adına yazdığım her harf isyan ediyor dün geceden beri ama pişman olmam. Güçlüyüm hala, sandığımdan da çok...
[..bütün pencerelerin tadını bilirim...ve rüzgarın çiçek kokuları getirmedigini...günlerce yüreğime attığın çiziği dikerek oyalandım..burnumdaki kanla..ağzımdaki küfürle...öyle boş ..ve yine onların orospusu olarak...........bana silahını vereceksin..bana o altın kartal broşunu vereceksin.......senin için hala organik kambur üretiyorken ben...bana borçlusun.......bir daha YOK..tenim çöl ...tenim çöl...tenim çöl......antidepresan yutmuş çete reisi gibiyim ki o reis bir tavuk olur ancak..bir it olur...bir ördek ki en kirlisinden........bütün harfleri kırmızı sırt çantana koydum....çakını....balık....göz....yaban elması.............bayrak ki....çok soguk bi ülkenin......mavi ladinim..mavi ladinim.tenim çöl ..acımı ememedin hiç...dudaklarını ısırdım...ellerini ısırdım...kimse sevmeyecek senin kadar ....kimse gelip gölgeme oturamayacak......SO BOSI CAST demeyecek kimse...........maykop.....bana ancak yaban elması getirebilirsin artık..karnımı ağrıtacaklar ve yanımda olmayacaksın.elmayı da unut......hala burnum kanıyor........ben kötüyüm......(RDM)]
Gayet bön bir gece ve de vanilya aromalı.
21.00'da zıbararak 21.30'da hortlayan bünyenin anlamsız çırpınışlarına şahit bedevi bir akşam ve de *zehr-i ruh aromalı.
Günden kalan ise yorgunluk ve karın ağrısı. Koşuşturmanın dik alası, insanlık dışı eziyet ve de Irish Nut Creme aromalı.
Farklı aromalarla yerini dolduramıyorum henüz, her şey ne kadar da yalnız kalmış meğer..
*kimyasal tepkime, illusion of grandeur, çikolata ya da en bilindik haliyle aşk.
just an idea, I mean overlooking the overly underestimated boundaries of an under-aged boy's overwhelming experiences. it is, in a sense, overdone.
"This is me and my paranoia and my purity." he said looking over his shoulder.
I was there,
I was there..
just a few years back, we used to be flying over the hills. may be that we are over and so must be the game. things been oversaid. i remember, ridiculously amazing, the way you stare at the clouds over your head..those clouds and I am over you.
me? who?
.
DeSalvo der ki;
İlhamdır, ruhtur, özün sıkıntı-i candan seçer,
Divane halıyla geçtiği nurda derim derim gül cemal biter,
Derdiğim cemalin gülüne dokanmam,
Dikenin batar, canım yakar,
Demem bir an kanım akar,
Alımla morumla oluk oluk yolun çıkar.
Duygu-durumun bozuk doğasını farklı alanlara yönlendirme çabası kimi zaman bu şeklide baş göstererek bünyeyi bile hayretler içerisinde bırakmaktadır. Kısa süren cozutma evresinin nihayete erdiği kabak gibi ortadadır. İlerleyen günler neler gösterecektir bakalım. "whatever will be will be" anlayışına şiddetle karşı çıkmakla beraber, er kişinin hayatını inatla kontrol altında tutabileceğine inanılmalıdır hiç şaşmadan.
Özet: I only make jokes to distract myself from the.truth.
DeSalvo'nun biri teeee yıllar önce bi videoya (bilin bakalım kimin!) filtre neyin eklemiş windows movie maker şeysinde -bi daha da hiç kullanmamış-. teeee yıllar sonra o videoyu bulunca da pek bi sevinmiş, yönetmen havalarına girmiş hemen. hızını alamamış youtube'a koymuş insanlık şahanesinden faydalansın deyu deyu. home-made innovation ve home-grown perspective'in doğal sonucu, şöyle buyrun;
toplu iğnenin ucunu iyice ısıtıp (alt) gözkapağımı delsem kör olur muyum!?. çok rahatlarım ama kör olur muyum!?.
ıhh-hıaaağ-ğööyhh!
(bkz. insanlık dışı şiddetli bunalma ünlemi).
o diil de olayı çözdüm ben, arpacık bahane gayet bünyemiz patlayacak yer arıyomuş ne zamandır..demek ki. hadi o zaman güçlerimizi birleştirip bişiler oluşturalım!?.
-ulan C. sana sölüyorum, ayıktım diyorum, gel gayrı gayrı diyorum, neredesin sen!?.
-ölsün melankoli, yaşşasın burokoli, çok tüketme alkoli, ehah olm A. vay seni seni, n'oldu sana!?.
allaaam üstte görülen iki satır bireysel diyaloğu silip süpürmek istiyorum ama elim varmıyo, 3 ay önce alınmış bulunan narkozun etkisi yeni mi çıkıyo aceba! diğer taraftan sosyal içerikli-mesaj kaygılı-iç sesli-alt anlamlı-göndermeli-sorgulamalı vb. yazılar da nereye kadar yani, arada cozutmak gerekiyo..demek ki.
geçenlerde yolda yürürken çocuklarıma isim buldum. çocuklarım doğdu da isimleri yok gibi bişi anlaşılmasın.biri gelip üfürmediği sürece çocuk-mocuk istemez zaten, sevimsiz şeyler. evet, kız olursa SicimSu, oğlan olursa OlarCan.
alla baaşlasın, meaşalla.
türkceyi kötü kullanarak ağzıma geleni yazmak eyilimindeyim bu gün. tek gözü pörtlek capon balığı gibi dolanıyorum zaten ortalık yerde bi kaçılın önümden, çok sinirliyim bide raatsızım. hem bilmem kaç yılın arpacığıda, her ne kadar kafam kadar (a.k.) olsada, gözümdeki astiğmatla ilişkilendirilmiş bulundu ya bugün pehh! derim anca; seni göz doktoru yapan andavalları bayır aşağı yatırayım kadın! utanmadan bide kartını verdin muayenaneme gel orda yazalım lensleri burda makina yok diye hasktr.
amca-skicem-elini-ayağını-bi-geri-çekil-mnakyiim bakışını yedikten sonra muhtelif yerlerini sağ yanlarıma sürtmeye devam edersen yersin omzu muhtelif cunyırına, sürtük mü sandın omzumu deyyus!
doktor dediğin herkezden daha temiz ve bakımlı olmalıdır. adamı son moda hasta koltuğuna oturtup dokunmatik sistemle koltuğu inidirip çıkarmayla olmuyo bu işler, dişlerini fırçala önce efendi! bi de eldiven falan takmadan sokamazsın elini gözüme, sonra kaçıverir bi yerine mazallah aklın almaz.
kamyondan bozma ego (erken gelen oturur) otobüslerinde şehirlerarası yolculuk yapmaktan bık geldi eyy belediye, bi götün büyük zaar. olm doldurmayın arabaları bu kadar olmuyo işte. herkez göt göte nereye kadar yani!? seçimlerden önce banamı öyle geldi nedir artmıştı sanki otobüs sayısı şimdi yine bkunu çıkardılar. dışarısı seksen dereceyken içerisi oluyo yüz küsur zaten, kokuş kokuş tıngır mıngır gidiyoruz artık allaa emanet.
bi de şöyle bişi var alakasız gayet,
mal: yğaaa niye ööle bakıyasoooon!??
şapşal: çünkü seni sevdiiiim için bebeeğm!.
not: yapılan yazım hatalarının tümü kasıtlıdır ağzınız bi yere burnunuz başka bi yere kaymasın okurken, dilbilimci kimliğim gözardı edilemez uuuuuu maşalla...
iç ses yerde ağlamaklı otururken, kendi kendine fısıldadıklarını sadece ben duydum yine;
"anne beni geldiğim yere geri koy lütfen, tek başıma nefes alamıyorum.."
Wykka-jan ile edilen blog-wise muhabbetin gelişimi evlere şenlik şu şekilde olmuştur;
DeSalvo says:
yok olm bize gitmiyo beele seyler
DeSalvo says:
yani
DeSalvo says:
yarinki mall a gitme eylemini bile kisa hikaye formunda annatma egilimi dogabilir her an ehah
DeSalvo says:
gunesin ipeksi isinlari mallun yaninda yukselen insaatin onundeki parlak metallerden yansiyip gozume igne gibi battiginda anlamistim ait oldugum yere vardigimi...
DeSalvo says:
mesela eahahasktr
wykka says:
eauaydjkhak
wykka says:
yok deve
wykka says:
charles dickens mısın ulan
wykka says:
ki kendisinin muazzam bi seks hayatı vardı
* konuşmanın gerisini sansürlemek durumundayım, zira fazla özel kaçtı an itibariyle.
* İngilisçe öğretmeyi yeniden sevelim.
* BİYEP ile huzurlara gark olalım, hep beraber pikniğe gidip mangal başı İngilisçe pıratik yapalım.
* Asansöre beşinci binmeye çalışanları -diğer dillerin kokutmanı bile olsa- kapıyı açıp itina ile indirelim.
* Her şey clear-ish olsun, "crystal" olgusunu ortadan kaldıralım.
* Her ay yazılan 808 üst yazıyı kokulu öpücüklerle gerekli yerlere gönderelim.
* Blog ruhunu "sevgili günnük" moduna sokanları dışlayalım, mevz-u bahis ruhu yine mevz-u bahis moddan ibaret görenleri aydınlatalım.
* Su kesintisini fırsat bilip beş litrelik suya bir günde 1.5 YTL zam yapan kevaşe yavrularını yağlı kazıklara oturtalım.
* "Sen köpek gibi seversin, o belediye gibi zehirler" özlü sözünden yola çıkarak önümüze bakalım, kendimizi kimselere sobeletmeyelim.
* Hölleeey bi insan olmuşuz deyu deyu kaçalım gidelim :m
dün: proved to be too early to start over, better take the.time to get your shit together!.
bugün: it never really is too early to start over, the.being is what matters most after all!.
yarın: the.day before yesterday will come crawling back to you!. (nıahhahaha)
bugünü yaşanmamış say, git yere uzan biraz hem sırt ağrılarına iyi gelir, ağrılar giderken uykular gelsin sız yattığın yerde, rüya gör görebilirsen, rüyanın en güzel yerinde uyandır kendini sonra da geri dön kaldığın yere, aradan saatler geçmiş gibi hissederek uyan yeniden, anın tadını çıkarmaya bak, aniden kalktığında başın dönsün, bir gözün kapalı yatağına git yat, derin uykulara dal, görebildiğin kadar çok rüya gör ama yere uzanıp sızdığında gördüklerinle alakası olmasın, uyanma sabaha kadar, deliksiz uyu her şey gayet delikli ne de olsa, yeterince uyudun yine de küfrederek çık yatağından, her zaman yaptığını yap, her zaman gittiğine git, her zaman döndüğüne dön, o günü de yaşanmamış say..
"Sinir uçlarımın birbirine dokunmasıyla devrelerin kısalması bir oluyor günlerdir.." ya da benzeri bir girizgah ziyadesiyle yeterli olacaktır ruh halinin özlü bir betimlemesi için, lakin bünyenin yalnız kalmaması gerektiği gibi, bünyenin yarattıkları da bırakılmamalıdır kendi haline. Koskoca Temmuz'un boş kalışının nedeni bu şekilde açıklanabilir gayet ya da züğürt avuntusudur aslen, başka ne bahane uydurulabilir bilinmemektedir an itibariyle.
Tatilin doğasına asla ve kat'a uymayan huzursuzluk ve dinlenememişliğin suçlusu nerede aranmalıdır peki!?
Suçlu sizsiniz, sevgili DeSalvo! Hani *çaresizseniz çaresizsiniz (or vice versa) lakırdısı var ya, o durum işte..
İkinci tekil şahıslara -**ki kendilerine partner, can yoldaşı, hayat arkadaşı, yar, sevdicek ya da kısaca sevgili de denebilmektedir- duyulan ihtiyacın tavan yaptığı durumlarda ya da tüm sorunların üstesinden gelinebileceğine kalbin ve/veya zihnin tüm gücüyle inanıldığı anlarda her şeyin tepetaklak oluşu hangi bir adalet sırasına geçmektedir ***merak ediyorum. I believe in karma, evet ama o da bir yere kadar olmalı zannımca. Evrenden ne istersem o oluyorsa eğer, mütemadiyen 3'ün 1'ini istiyor olmalıyım kendisinden, hiç ama hiç hoş değil hatta gereksiz ve terbiyesiz bir durum gayet.
****Random thought;
kalp kırıklarının cam kırıklarına özendiği her yerde
tabanlarımda atmaya heveslenir olmuş kalbim..
*****Random thought #2;
şeftaline şeberdim yine de şarabın içtim, oh bebek!
* iffrit ifade. kişisel gelişim zortlatmasına karşıyım sonuna kadar, ironi yaptım yani.
** arabesque ek bilgi. gönderiye hareket katmasını beklemek mallık olsa gerek, maksat muhabbet olsun.
*** understatement.
**** geyiğe sarmaya gerek yok şu sıra, oturur ağlarım ortalarda anıra anıra *fırrk*
***** öze dönüş timsali/ dengesizin önde gideni. n'aptınız yine, sevgili DeSalvo!??
* Saç tellerinle kanun çalmak istedim, oh bebek!
* Eteklerinde çalan zil oldum, davula vurdum, oh bebek!
* Dişlerinin arasına kaçan susamdan sokak yaptım, oh bebek!
* Eteğin olsa giyerdim, parmak arasında şıpırdardım, oh bebek!
* Esmer pirinci rokaya sarıp sen diye yedim, oh bebek!
* Bembeyaz tenin otoban misali, kaybolmamak mümkün değil, oh bebek!
* Düşük bel kotuna çakma kemer olsam, oh bebek!?
* Herkes anlamasın deyu deyu maske taktım kalçama, oh bebek!
* İngilizce'yi Türkçe anlatsam, diline pelesenk olsam, oh bebek!
** Çılgınca gezindim kılavyende, oh bebek!
** Daha sonra orotik -kısa- hikaye olarak yer bulacaktır bu sayfalarda.
Hepiniz-topunuz-her şeyiniz bi siktirin gidin, gözüm görmesin.
Dinlenesi şarkı: Nasıl Delirdim
İzlenesi film: Texas Chainsaw Massacre
Takip edilesi dizi: Dexter
Okunası kitap: A'dan Z'ye Seri Katiller Ansilopedisi
bi de cehennemin dibi eeöööh!!!
Farkına bile varmadan işkolik olmuştur sanki DeSalvo kişisi. Can sıkıntısından "ah keşke işe gitseydim ulan!" diyecek kıvama gelmiştir gün içinde. Bir taraftan da her Pazar aynı şeyin yaşanma zorunluluğunu irdelemektedir istemsiz. Geçen Pazar'ın aynı olmadığının farkındadır, lakin yapacak daha eğlenceli bir uğraşı yoktur an itibariyle. Mozaik pasta bile yapmıştır ve hatta karamel sosludur yaptığı pasta, hindistan cevizi bile koymuştur içine bol tarafından. Yalnız olmasa belki...
Diğer taraftan yarini özlemekten de yorulmuştur artık. Nereye kadar gidecektir böyle..ki! Çıldırıp ortalığı darma-duman etmekten korkmaktadır. Olmadı kolundan tutup kaçıracaktır uzak diyarlara, yari ondan önce davranmazsa pek tabii.
Beri yerden betimleyici persona moduna girmiştir gayet DeSalvo kişisi. Yana yatık söylemlerin suya batık ruh halini başarıyla yansıttığını düşünmektedir. Oraya buraya resimler serpiştirmek arzusuyla yanıp tutuşmaktadır, ama yapmayacaktır pek muhtemel..yapsa da sona saklayacaktır yapmak istediği her ne ise, zira "killer" olmalıdır en hakkını verir şekilde.
"With a sampled heartbeat and a stolen soul, I sold my songs to have my fortune told." ya da "If it's true that love will never die, then why do the lovers work so hard to stay alive.." ve akabinde;
..dayanılmaz sırt ağrıları içinde evine ulaşabilmiştir sonunda DeSalvo kişisi. Aklını 30 küsur kilometrelik yolun bir yerlerinde bıraktığı için de, "eed bunnarı yazıcam eve gidince" dediği pek çok şeyi unutmuştur çoktan, şaşırılmış mıdır ki!?
Öncelikle bina amirliği pozisyonunda kendimi içinde buluverdiğim kaosu daha az acılı atlatmama yardımcı olan wykka-jan'a kom-, kos- ve de kopkokulu öpücüklerimi yollamak istiyorum buradan, zira efsane bir gündü bugün, anılarıma anı - deneyimlerime deneyim kattı gayet.
Sonralıkla Sözlü STS'ye İngili-zce'de neden Oral Placement Test dendiğini sorgulamak istiyorum bir kez daha. Yazılı STS = Written Test, pek şahane; lakin Oral Placement Test'in farklı çağrışımları söz konusu (bkz. "bunun analı da mı var a.k. ehuaheua"). Herkes şahsım kadar pis ve libidosu yüksek olmak zorunda değil pek tabii, ancak geliniz ve de görünüz ki sözlü sınav sorularının yazılı olduğu kağıdın tepesindeki kafam kadar başlığı her gördüğümde gülmek gelir içimden, n'eyleyim. Duygu ve düşüncelerimi bir kez daha korkmadan dile getiriyorum sanırım, aferim.
O değil de şöyle bir şey söz konusu;
DeSalvo: Eed canım, yazılı sınav sonucunu konuşman ne kadar destekliyo ona bakıcaz şimdi, sonra da uygun bi kur yazıcaz. heyecanlanmana gerek yok, biraz muhabbet edicez sadece.
Potansiyel Kursiyer: Oyhh, huuhf, ama benim konuşmam iyi diil ki!
DeSalvo: Taam işte sen bi sorularıma cevap ver görücez neymiş ne diilmiş. Okey, can you talk about yourself? How old are you? Where are you from? What do you do?
Potansiyel Kursiyer: Böyyh, bunnarı Türkçe söylesem? ne sorduğunuzu annıyorum ama konuşamıyorum!
DeSalvo: [iç ses: hay a.k.! bi dene ulan denyo-jan!] Bak canım, Türkçe cevap verirsen olmaz, biz Burada İngilizce öğretiyoruz, sakin ol biraz, hem cevap vermezsen 1. kura yazmak zorunda kalırım seni, hem ne güzel yapmışsın bilmem kaçıncı kura kadar!!
Potansiyel Kursiyer: Eaaa, Aııı, soruyu tekrar alabilir miyim!?
DeSalvo: Bööööö..!
Bugün itina ile yapılan sittin oral placementa en basit bir örnektir yukarıda görülen. Çoğu çocuk azı genç pek çok insan elden geçirilmiştir sabahtan akşama kadar. Arada iflah olmaz uyuz veliler de var, unutmamak lazım. Arada yırtık donundan fırlayıveren haddini bilmez birine de davut güloğlu şeysinden kapak olsun hediye edilerek gönderilmiştir gayet.
Konu değiştirmek gerek, sevgili DeSalvo!
Beybi yarın öğleden sonra vakti dönüyor İstanbul semalarından. Çok gezdi bu ara, kıyamam. "Çalışma bundan sona, ben ikimize de bakarım.." demek istiyorum kendisine, ama 1. doğaya aykırı 2. 3 kuruş kokutman maaşıyla nereye bakıyosun, bi dur. Hal böyleyken öyle işte, hayırlısı muhakkak.
Sertifikaları ayrı ayrı klasörlere yerleştirme fikri gayet muhteşemdi, sevgili DeSalvo, teprikler size..
Önümüzdeki hafta 3 gün boyunca geçen hafta yazılı sınava sokuşturduğumuz kokutman adayları arasından seçilen 59 şahsın mülakatı yapılacak. Dilbilim mezunu kimselerden ne kadar nefffret ettiğimi bir kez daha vurgularken, diğer adaylara başarılar diliyorum.
Bu gereksiz bilgiyi de paylaşıma sunduktan hemen sonra inzivaya çekilip bir de kuluçkaya yatmak gerektiği kanaatine varmıştır DeSalvo kişisi, zira yeni gönderilere gebe olunmalıdır her daim, evet.
Bugün tek yapmak istediğim seninle çayırlarda koşaraktan hafif esen rüzgarda kelebenkleri kovalamak eheh uykumu alamadım sanırım, günaydın beybi =)
bu kadar.
kapalı bir Pazar gününü temizlik, çamaşır, bulaşık ve yemek gibi düşman çatlatan aktivitelerle geçiren DeSalvo kişisi, paylaşması gereken bir şeyler varmış gibi oturmuştur yine bilgisayarının başına. Aslında yeni oturmamıştır ama giriş kısmında öyle yazmayı uygun görmüştür..
Vudukızımın dediğine göre wykka-jan ile konuşulmuş ve kutsal kitap Headway'in belli başlı bölümleri gerçek kesit kıvamına getirilecekmiş, fantezi pek tabii. the.gang, kitaptaki "fake" karakterlerin yerine geçerek konuları daha eğlenceli kılacak bu gidişle. famous couple, the.flu convo ve arranged marriages ilk akla gelen başlıklar. ben de kendime uygun bir konu bulmaya giriştim istemsiz, lakin gençlerin kimlik bulma süreçleri üzerinde meydana getireceğim olumsuz etki ve Türk aile yapısına aykırı tavrım bu girişimi yarıda kesmeme neden oldu, hayırlısı diyelim eahaha
Yaratıcılık sınırlarımı da zorluyorum bu günlerde. Dünkü YLD sınavında -sözde- salon başkanı iken küp şeker ve sınav sorularının içinde bulunduğu kitapçığın içine konduğu çuvalımsı şeyin ağzını her önüne gelen kolayca açamasın diye kullanılan metal mühür (biliyorum mühür metal olmaz) ile yaptığım şah'eseri paylaşmak isterim an itibariyle:
Yıkıntıların arasında doğan bir aşkı anlatmaya çalıştım bu eserimde. Herkesin anlamasını beklemiyorum, zira san'atın doğasına aykırı. Kırk kafadan seksen fikir çıkacak ki san'at olsun, değil mi!?
Ağustos itibari ile yeni ufuklara yelken açacaktır DeSalvo kişisi, bu defa gerçekten istediği bir şey gibi görünmektedir sanki. Radyo-TV-Sinema, evet heyecan uyandırmaktadır bünyede. Hem ilerisi için de gayet gerekli olacaktır zannınca (bkz. moving to İstanbul with the.one and not coming back).
.."better late than never, evet" diyerek tez cürisine 3 (üç) gün kala mastırı bırakmıştır DeSalvo kişisi, huzurlu uyuyabilmektedir artık.
wykka-jan'a hepsi için ayrı birer gönderi yapacağımı söylemiştim ama çok kasmayalım bünyeleri, bu defalık şöyle olsun;
hayatın hedesi: canının çekmediği şeyi anında bırakmalıdır insan kişisi, önce sağlık pek tabii, gerisi gayet yalan - tecrübe sabitlemiştir, o kadar.
mutluluğun kaynağı: keşkül = ) ama sadece bende var, bu durumda genelde sütlü tatlılar özelde ise çikolata diyelim, ye ye kudur işte.
dil kursta öğrenilir mi?: bilmem, hiç gitmedim. gelenlere bakılırsa olabileybıl gibi sanki.
osuruğun faideleri: you have to see it for yourself (dışardan gelen zorunluluk, evet) have seen mine, n'oldu anlamadım, yok faidesi falan - hem çok gereksiz, niye böyle bi başlık açmışım zamanında anlamadım..ki!
yarın Koçtaş'a gidilecek inşalla. sardunya alırım belki, belki keşkül de yerim, yiyemesem de koklarım belki, belki nasıl yapıldığını öğrenirim, öğrenirsem hep keşkül'üm olur belki..
DeSalvo kişisi hayatının herhangi bir noktasında hakkını verir nitelikte bir Pollllyannnna kopyası olup olamayacağını merak etmişti hep. Tam bu merakını unutur olmaya başlamıştı ki, aynada malum kişiyi gördü bir gün. Ziyadesiyle şaşırmıştı karşısındaki görüntüye, zira deneyimlediği transparency illusion'dan başka bir şey olmayabilirdi de. Yoksa delusional bir persona mı yaratmıştı zihni geçen sürede? Hayır, hayır bu mümkün değildi! Bildiği "pozitif düşünürsen hayat sana pozitif şeyler verir or vice versa" düsturunu benimsemişti. Ya da benimsemeyip yandan attığını zannederken şemsiye açılıvermişti iç yerlerinde. Neyse ne, olumlu düşünme yetisini edinme yolunda emin adımlarla ilerler gürünüyordu sonuç itibariyle.
Hayat denen kevaşenin muhtelif yerlerine konan virgüller bir süre sonra yalama yapıyormuş onu meğer. Bünyeleri daraltan ve de atak moduna sokan menem oluşumlara nokta koyulamamasının nedenini gayet buna bağlıyorum bir bilim insanı (!) olarak, "I am much against that!" diyebilecek yüreğe sahip olan varsa beri gelsin. There's a NO in every job, evet...de nereye kadar be güzelim!? Şiştik şiştik teee fezaya çıktık nerdeyse, hala bi halt olduğu yok gibi görünmekte.
Çok fena haksızlık ediyorsunuz, sevgili DeSalvo! Taş olacaksınız billa..
Evet, the.beybi ile kendimizi içinde buluverdiğimiz kaosu bir şekilde atlatmayı başardık, suları durulttuk itina ile. Zamanında oralara bi yerlere yazmıştım "bunu da atlatırsak bi daha sittin zaman bir şey olmaz bize" diye, hala geçerlidir ve hatta aslı gibidir! Hiçbir şeyin uzaklığı da eskisi kadar uzak değil artık, mutluluk x 808 verici bir durum olduğunu belirtmeden geçmek eşşekliğin ta kendisidir an itibariyle.
İyi de, şimdi bir de şöyle bir durum var; 2 dakka huzur verin lan adama! Birinin bittiği yerde saniye sektirmeden bir diğerinin başlamasının sebebi ne ola..ki!? Sınanıyoruz, tamam, anladık ama boku çıktı hadisenin. Bu duruma da pembe gözlüklerle bakmak mümkün aslında, kendisi "andavallığın önde gideni" sıfatını hak eder niteliktedir, lakin bozmadan devam etmek gerek, ürkütmeyelim yavruyu. Evet, arkama yaslanıp takıyorum pembe gözlükleri, gördüklerimi de aktarıyorum ekleme yapmadan;
the.beybi ile aynı anda yaşanmakta tüm daralmalar ve atak modları, destek unsuru tavan yapmış durumda yani. İlk günden beri bi huzur yüzü göremediğimiz için de bağlılık oranı artmakta doğru orantıyla. Tam da bu noktada mantıksal çıkarıyorum; edilen sabırların sonu olacaktır selamet elbet, ve o gün geldiğinde (ben) cennette olacağım [cennet kavramı yanlış anlaşılmasın, metafor kendisi. bkz. "and when that day comes, i'll be in heaven"]. Gözlük camları yer yer buğulanmış bu arada, ilerilerde bir yerde şehir & iş değişikliği görür gibi oluyorum ama çok net değil.
Bünyeyi yoruyor bu gözlükler, konsantarasyonumu da kaybettim zaten aaah-ah! Bu durumda back where we started, back to reality değil dikkat çekmek isterim!
Tezden hiç bahis etmediniz, sevgili DeSalvo! Dibimiz düştü billa..
Hepsi bu işte, gözlükle ya da çıplak gözle görülenlerin hepsi bu. Gerçekliğin tam ortasında yaşıyorken her şeyi, oluşumlara yeni tanımlar yaratmaya çalışmak zaman kaybından başka bir şey olmayacaktır, zira gerçek olan tek şey aşk ise ve -vudukızımın yaptığı gibi- aşk ancak ve ancak bünyelere gönderme yapılarak tanımlanabiliyor ise, olanı yaşamak/ yaşananı yüceltmek en nefis bir hayat sırasına geçecektir - her ne kadar kevaşe olsa da (Alkan, 2007).
Bir önceki gün 10+ saat tez kasmış bünyenin hosur hosur uyuyor olması gerekir an itibariyle ama na-ah, mümkünatı yok stand-by pozisyona geçemedi bi türlü zihin, geliniz de çıldırmayınız!
*insert a happy happy picture here*
Yarın the.gang'in bir kısmı için büyük gün, pardon, bugün olmalı kendisi. "Hayırlısı" demekten her ne kadar şişilmiş olsa da, bu bağlamda gayet yerinde bir ifade. Peki, sevgili wykka, sözüm sana (parmağımla da işaret ediyorum bi taraftan), aynı şeyleri yer-içer duruma gelmiş olmamız ve hatta sen sevgilini göremiyorsun diye (!) benim de benimkini göremiyor olmam acaba iş ortamı için de geçerli olacak mı!? Merak sadece, hani kedi ölür ama hakkı asla ve kat'a yenmez ya, o hesap işte. Cümlenin devamı gelemedi nedense, boşluk doldurmak en iyisi sanırım..hmm..evet, mantık ile düşünülmeli ve en doğru kararlar verilmelidir her durumda ya da başka bir deyişle, nasıl mutlu olunacaksa o şekilde yaşanmalıdır mekan farkı gözetmeksizin. Neyse ne, ilerleyen satırlarda şu konulara değinmek istiyorum;
-hayatın hedesi
-mutluluğun kaynağı
-dil kursta öğrenilir mi?
-osuruğun faideleri
*nevermind the previous insertion, I switch subjects perfectly well, am I not cool!*
Yazdığım her şeyi silip kaçasım geldi bak şimdi de. Silmeden kaçayım en iyisi, kıçı başı bi tarafta kalsın böyle söylemler yamalı bohça gibi..
Günler günleri kovalarken ve hayrına doldurduğu anketler bile halet-i ruhiyesindeki karmaşaları gözüne gözüne sokarken, DeSalvo kişisi sonunda "koyarım ulan dibine!" formunda baş gösteren söylemsel bir patlamayla şu kelimeleri döktürtür tıkır-yazarına:
..in this context, to clarify the.core of this study, it is of significant importance to pay super-extra attention to the.following statement;
"screw METU, congrats! on the.new position, dear DeSalvo."
-I'll go for the latter.
Ev-Anka-mall metro istasyonu-Onkoloji Hastahanesi-Kızılay TMR-Tunalı-Back to Kızılay-Ev arasında koca bir günü daha hiç etmiş bulunmaktayım. Bu yedilemenin bünyeyi en çok ilgilendiren kısmı ise Tunalı semalarında cereyan etti pek tabii ki. GJ's roof dahilinde birlikte olan Swiss Orange Moccha Chiller ve Mixed Berry -kısmen- göz göze geçirdikleri yaklaşık bir saat süresince günlerdir iç yerlerini kemiren hadiseleri tartışma imkanı bulmuş ve akabinde az da olsa rahatlamış gibi olmuştur.
Bu kaosu atlatırsak, diyorum, bi daha da sittin vakit bir şey olmaz bize. hatta yazıyorum şuraya "an itibariyle"!
Sahiplenme duygusu ve karşılığında beliriveren sahiplenilme olgusu bünyenin pek fazla alışık olmadığı bir durumdur aslen. Küreklerin ve de yüreklerin boşa sallanmadığının göstergesidir, tadı da pek hoştur. Zamana duyulan acil ihtiyaç ise ayrıca tartışılması gereken bir durum bu bağlamda, time heals everything, yes -bi de go fuck yourself as sensitively as possible- ha!
Evet, giriş ve gelişme yaptım şimdilik, zira sonuç hala belirsiz, itinayla belirginleştirilmeye çalışılıyor.
-Goodest luck on that, dear DeSalvo..
"..the sky turns green where I end and you begin."
*let there be no ending or beginning, let there be just us if, at all, possible..
sorular, soru işaretleri, anlamsız kelimeler, yarım kalan ifadeler, kaybolan ünlemler ve işte "in between". not lost in the middle of nowhere, yet trying hard to figure something out over which me has no control, unfortunately.
yukarılara uzanıp almak istediklerimi alamıyorum, canım çok yanıyor. az önce denedim, denemedim aslında, unutup uzandım, içimde bir şeyler yırtıldı sandım, yüzüm buruştu, gözlerim yaşardı..yine de fiziksel acılarla ruhsal acıları karşılaştıracak olsam akan sular duracaktır gayet.
varlığın, var oluşun bir parçasını öğrenen insanların gösterdiği tepkiler karşısında acıyan ruhun çaresizliğine aşkın bile yapabileceği fazla bir şey yoktur, tecrübeyle sabitlenmiştir. nedir bu kadar önemli/aşılmaz ve de anlaşılmaz olan!? kişi aynı kişidir, sittin senedir bağırlara basılan, belki de hayran olunan, dost bilinen, sırdaş tutulandır. her şeyin birkaç saniye içinde alt-üst olmasına izin vermek hangi derdin çaresidir!? durumlar bu kadar menem bir hale getirilip dünyanın sonu hazırlanmalı mıdır? her koşulda "normal" olanı belleyip ufacık bir değişiklikte karalar bağlamak hangi sıraya geçmektedir!? cevap bulmaya çalışılmamalıdır bu sorulara, mantık falan da aranmamalıdır. teoride işler görülebilecek her çözüm pratiğe döküldüğünde tepe-taklak olacaktır, zira insan faktörü işin içine girmiştir.
whatever it takes, sunshine, seriously, whatever it takes..I am so not giving up on you. after all, the.self is used to doing colors in his black&white way..!
"..painfully amazing!"
-DeSalvo-
O orada acı çekiyorken benim de burada o acı çektiği için acı çekiyor olmam aşkın tanımı olarak kabul edilebilir mi!? Ya da yapmak istediğim pek çok şey varken elim kolum bağlı kaldığı için hırslanmam/ arıza moduna geçmem!? Yazmamam gereken şeyleri an itibariyle yazıyor olmam da tanımlamalara eklenebilir gayet; ama sen kendinden haber alabiliyorsun en azından, ben n'apayım, nerelere gideyim burada bir başıma!
Kısayım, uzayamıyorum, bekliyorum, bilmiyorum, sabrediyorum, henüz çok erken diyorum, dinletemiyorum, düşünüyorum hep...
-_-
Günlerdir fik-fik gezen DeSalvo kişisi, artık sevgili bloguna da biraz ilgi göstermesi gerektiğini farketmiş, farketmekle kalmayıp "aşkın ateşi yakarmış ateşi(?).." nidaları eşliğinde, suratında anlamsız bir gülümseme ve körpecik vicudunun üst kısımlarında hafif bir sızıyla oturmuştur yerine...
Yazma eyleminin BU kadar zor olacağı günler de gelecekmiş demek ki! Duygu yoğunluğu doruk noktalarda gezindiği için mi yoksa hastahanede geçirilen günlerin hayat felsefesinde yaptığı gayet önemli değişikliklerden mi bilinmez -ki aslında ziyadesiyle bilinir, neyse- sözceleri seçip tümcelere devriştirmek pek bir akıllara zarar eylem sırasına geçmiş görünmektedir (hem komik hem de devrik bu cümle, çok yorgunum, düzeltemem!) (bkz. kendimle çeliştim yine, akıllara zarar bir eylem sırasına..., pek atılmalıdır tümceden).
Bünyeyi saygıyla selamlamalı an itibariyle, zira saçmalama potansiyeli son derece lezzetli bir kıvama gelmiş bu gece, speaking of which, şu an dinleniyor olmam gerekir! Doktor zoruyla alınan ve pek muhtemel daha da uzatılacak olan 10 (on) günlük raporun hizmet ettiği amaç da budur aslen, dinlenmek, toparlanmak, çabucak iyileşmek vs. ama geliniz ve de görünüz ki bu durumu uygulamaya koymak şu sıra çok ama çooook zor; Aşık mıyız? Evet! Keşkül kişisi (bkz. sevgili sevdicek) dışarılardayken evde kös kös oturmak/ yatmak andavallık olmaz mı!? Hem hepi topu yarım saat bile görüşülse dope-ing etkisi yapar bünyeye, misler gibi vallahi hehe
Olmuşuz, evet..
Zaten sigarayı da bırakmış olan DeSalvo kişisi, göz kapaklarına ve de bedenine çöken ağırlığa daha fazla dayanamayarak "aşkın ateşine dağlar dayanmaz, aşk bir hastalıktır tabip anlamaz.." fısıltıları arasında yavaşça yatağına yönelir..
Sabreden dervişim, muradıma ermişim yahu :D Karın bölgesindeki kelebeklerin bitmek bilmeyen uçuşları hayatı pek daha anlamlı bir hale getirmekte son birkaç gündür. Hani kelebeklerin ömrü çok kısa olurdu? Yalan işte, kuyruklu cinsinden hem de hehe "A" better one beklerken "the.one"ı bulduğunu hisseden bünye; maviler, morlar, yeşiller ve de pembelere bürünerek gökteki kuşak gibi açmıştır gayet!
Sevgilim, kaprisim, *iç görselim..welcome to my universe, Keşkül (^_^)
*hem mesleki hem de kişinin, "you are my mirror" kıvamında, karşısında duran "significant other"a yaptığı bir göndermedir.
P.S. Hospitalization sonrası kısa sürede dönecektir DeSalvo kişisi, stay tuned :p
En sona koymayı planladığım "killer" tabir edilen cümle yalnız kalmasın diye 1. tekil olmayı da göze alarak başlıyorum yazmaya. Evet, tek gerçek şahsım bu gece, nedendir bilinmez "ben" olmayı seçiyorum. Yusyuvarlak bir topun içinden aniden fırlıyorum ışıklar saçarak. Süper güçlerim de var ayrıca, istediğim ne varsa yapabilirim sanırım. Her şeyi değiştirmek istiyorum öncelikle. "Her şey" çok genel oldu, evet, o kadar özelleştirmek istiyorum işte hadiseleri. Çıktığım turda, bir köyün içinden geçerken gördüğüm satılık eve hayran kalıp o dakika otobüsten inerek başka hiçbir şeyi düşünmeden evi almak kadar özel mesela. Kimseyi tanımadığım ve tanınmadığım bir yerde yeni bir başlangıç, düşüncesi bile ağızları sulandırır cinsten.
Sonra "been there, done that" demek istiyorum hayatımın her noktasında. Eğer gerçekten "experience wins quality" ise işin özü, mutlaka işe yarayacaktır. Belki de ilk kez 1. tekil olma lütfunda bulunmuşken kendimi de tanımlamalıyım her şekilde;
- Pop-up Persona (açıklanması mümkün olmayan yeni ifade, it just occured to me).
- bilinçli ukala, şımarık müşkülpesent (that's so taboo, evet).
- pure DeSalvo (anlamın hakkı ancak bu kadar verilebilir).
- iflah olmaz romantik, sensible lover.
- running in circles, running over everyone possible.
- just the.popular, not the.whore somehow.
- vinyl-hearted.
- cool on his island.
- deeply loved, effing hated. peculiar that is.
- gerçekçiliği depresiflik gibi göstermek yetenektir, buyrun benim.
- işe wasted gitmek çok eğlencelidir aslında (anlayan anladı).
- last but not least;
- gösteririm ama vermem kişisi olmadığım için göstermem de vermem de, budur.
Tek söylemek istediğim ise şuydu aslında;
Stop seeing the person I am and start seeing the person I could be.
~respond to voodoo girl's latest post. Not that I'm obsessed with Tori Amos, but -another- one of the.greatest love videos ever (:
Komper-atif vs. Süper-latif: A New Approach to Gramhar
sez Tyra DeSalvo at 11:36 PM Wednesday, April 18, 2007Üstünlük bildiren sıfatlar ile en üstünlük bildiren sıfatların dayanılmaz uyumuna hayran kalmamak elde değildir kesinlikle. Yeni yaklaşımlarla hadiseyi gökkuşağı kıvamına getirmek ise tarif edilmez bir haz verir bünyeye, şöyle ki;
* This is the fuckest thing I have ever heard.
* My state of mind is fucker than your state of mind.
Sorumluluk sahibi makesomebodyreadsomethinger kimseler olarak aslen yapmamız gereken de budur, Ankara - İstanbul karşılaştırması nereye kadar, değil mi?
Sözün özü;
#1. Na-jay-jay, way to go!
#2. Learning grammar is, once again, worth nothing!
Hayatının belki de en derin ve manalı depresyonundan çıkmış olan DeSalvo kişisi, bağlantısını geri almış olmanın ve isimlendiremeyeceği daha pek çok şeyin heyecanıyla oturur bilgisayarının başına ve yarı histerik bir ruh haliyle başlar tıkır-yazarını şefkatle tıkırdatmaya..
Diyorum ki neden "when it pours, it rains" olmalıdır her daim! Azıcık nefes alabilmelidir bünyeler, bi durunuz yahu!. Life is such a bitch, evet, lakin 3. şahısların durumları daha da çekilmez hale getirmek için gösterdikleri çabaya gereken ilgi ve saygıyla dönmek pek mümkün olmayacaktır bu durumda, korkarım gayet. Konudan konuya sekmek suretiyle ilişkiler bağlamında birkaç leziz laf etmek isterim. Farklı çevrelerden farklı birikimlere sahip insanların farklı arzulara sahip olduğu bir gerçektir, zira bünyeleri coşturup biraraya getir(t)en de bu farklılıkların ta kendisidir kaçınılmaz biçimde. An gelir yaş farkı bile göz ardı edilerek mutlu ve mes'ud olunur, akabinde de fenafillaha erilir. Peki bulunulan statünün farkında olmaksızın takınılan tutumlar nereye kadar çekilebilir itinayla sorarım. Hele ki mevz-u bahis bu tutumlar, oluşumlarla uzaktan ve de yakından allaakası olmayan bünyeleri çığrından çıkarıp sıyıracak kıvama getirdiğinde, kelimeler tüm kifayetini yitirip yerini anlamsız bakışlara bırakacaktır, yine kaçınılmaz biçimde. Ortada bırakınız yumurtayı, fol bile hak getirir durumda iken bir takım triplere girip tavır koymaların falan ne manası olabilir çok merak ederim. Üzerine birde utanmadan bünyenin son bilmem kaç zamandır gayet şükela olduğu ve bu şükelalığın -en yakınlar dahil- kimseler tarafından anlaşılamayacağı belirtilir, kepazeliğe bakınız.
Tüm bu çekmelere/germelere karşın hala "sane" kalabilen bünye ayakta alkışlanmalıdır pek tabii. Hem hayatın anlamı da başka yerlerde aranmalıdır artık, vakti gelmiştir. Bir süredir hararet ile bahis edilen şirket kurulmalı, organizasyonun dibine vurulmalıdır. Sonra İtalya ve ABD'deki şubelerin başına ciğerler geçirilmeli, 8 köşe olup keyif yapılmalıdır gayet. Hayallerin sonu yok ne de olsa. Bünye de hayalleriyle varolurmuş zaten, mis.
An itibariyle söyleyebilecek pek bir şey bırakmıyorum kendime;
"Even the grandest mistake beats the hell out of never trying."