"Hiçbir şey"e ithafen sen ve ben'e kaldığı yerden devam etmek istedim ama beceremedim. Ayracımız yokmuş meğer. Hikayenin tam ortasında kalmışız sıkıştığımızı farketmeden. Sen kimsin onu da hatırlayamıyorum. "And then I pointed the gun towards my very self" son cümlesi var aklımda. Hikayenin ortası bildiğim yer bizzat sonuydu belki. Sen de benden önce ölmüştün, hatta ben öldürmüştüm, onu da hatırlayamıyorum. Bu yalnızlık takıntısı da hikayeyi istediğim gibi tamamlayamamış olmamın kaçamadığım sonucu. Hiç benzetme yapmadan kırıvermişim kalemi tam da ortasına geldiğimde. Yeni yeni farkediyorum son cümlede nokta yerine kurşun parçaları koyduğumu.
Tanımlayamadığım bir şeyler daha var aslında. İnat etmemeliyim bu kadar. Birileri bana kalkıp düz bir çizgi üzerinde yere bakmadan yürümeyi öğretmeli. Uçurum var sanıyorum ayaklarımın altında. En dibinde de düşmekten korktuğum nehir incecik bir çizgi gibi görünüyor. Aynı üstünde yürümeye korktuğum ip gibi. Renkleri farklı sadece. Bir de, nehir hep görmeyi istediğim göle dökülüyor. Nehir olmasa göl de koca bir boşluktan farksız. O da benim gibi. İkisi ne olursa olsun kesişiyor en sonunda. Boşluk bildiğim boşluk değil artık. "And then I pointed the gun towards my very self" son cümlesi var boşlukta. Nehir daha da belirginleşiyor, kurşun parçaları ağırlaşıyor. Ben hala ipin üstünde tökezliyorum..
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 bows:
Post a Comment