Hoşuma mı Gitti?

Thursday, July 31, 2008

Böyleyken böyle. Socially unacceptable addettiğim, hiç etik değil diyerek şarladığım ve esheflerle kınadığım ne varsa burnumun dibinde bitiverdi son iki haftadır.

Peki rahatsız mıyım bu durumdan!?

Üçüncü-sınıf-pavyon-şarkıcısı kahkahaları* eşliğinde, hayır!

Konuşmaktan da yoruldum artık. Derste, telefonda, çevrimiçinde, çevrimindışında, ofiste, gelende, gidende, bankonun önünde, merdiven ortasında, pencere pervazında, kıçımın kenarında (!) ve benzeri neresi varsa orada. Bu nedenledir ki, gün sonunda yöneltilen sorulara 10 saniye boş boş baktıktan sonra cevap verebildim; anlayışımın kıtaldığından değil, bilakis kimseyi no more anlamak istediğimden kendisi.

Bazen Jay gibi işediğim kumla kavga etmek, halı-kilim-paspas ne varsa onun püskülleriyle oynaşmak ve oturur pozisyonda kuyruğumu yakalayıp çekerek geriye düşmek istiyorum. Adam çektiğinin kendi kuyruğu olduğunu bilmiyo mu sanki! Minare götüme, dünya skime modunda takılıyo işte, ondan iyisi mi var..!

* Üçüncü sınıf pavyon şarkıcısı falan değilim ve hatta pavyona hiç gitmedim. Kendisi, durumun bünyeye verdiği mazoşist-like zevkin göstergesi bir Türk filmi enstantanesinden daha fazlası değildir, o kadar.

Just-If-I'd

Monday, July 28, 2008

Bir nefes şaraba gömülmüş bir yudum sigaradan ibaretim ben. Minicik bir kadehe sıkışmış ellerim var. Parmak uçlarımla birlikte avuçlarım da soyuluyor hala. Her nefes umduğumdan daha ekşi bu gece. Ve hatta acı. Meşruya kaçmaya çalışan bir aldatma silsilesinin içinde biraz daha ekşiyor gibiyim. Ve hatta acıyor bile olabilirim. Kırmızı bir zarfın içinde sanki sahip olabileceğim her şey. Ruh daralmasını bu kırmızı zarfa eş koşuyorum istemeden.

Üçlü bir oyun bu.
Herkes yorgun.
Ve işte bununla başlamıştı her şey,
Bir fındık tanesi
ve belki
daha fazlası..

Birbirini bilmeyen iki farklı kimsenin bulabildiği tek ortak noktaysa gördüğüm, zarfa saklar kaldırırım düşünmeden. 60'lardan kalma bir LP'den daha değerli olamaz belki. Belki kendine hayran bırakan cızırtıların arasında eskiyip gitmez.

Yine de,

Bir nefes şaraba gömülmüş bir yudum sigaradan ibaretim ben. Minicik bir kadehe yansımış gözlerim var. Ve hatta acıyor bile olabilirim.

play all the way

Thursday, July 24, 2008

Pek uzun zamandan beri gerçekleştirmeyi planladığım template ve blog title değişikliklerine vücud buldurdum bu akşam itibariyle. Eski template'in hala hastasıyım, lakin yazdıklarımı kaldıramaz olmuştu artık korkarım. Çok kahrımı çekti, ve işte böyle..piyanonun ucundan akıp gitti..

Yeni template'in istemeden yaratabileceği Nip/ Tuck vari atmosferden şiddetle ve imtinayla kaçmak isterim, zira Kırisçın'ın poposu ve Şa:n'ın evlerden ırak surat ifadesi, daha ne!.

Schizoaffection with a Cherry on Top and the red tear down the tender cheek, to the very palm of my left hand.

Photobucket

Akıl almaz göndermelerle bezeli, algı seviyelerini zorlayan semantik bir kaos ortamına hoşgeldi sevgili okuyucu. Görsel değişiklikler bu denli fark yaratır mı ki cidden? Yoksa ben hep mi böyleydim!?

someone find my pause button

Tuesday, July 22, 2008

Gözüm dışarda değil, sadece şiş. Boynumun sağdan sola - soldan sağa dönememesinin sebebiyle baldırlarımdaki iç gıcıklayan acının ilişkisineyse odaklanmıyorum bile şu an. Yepyeni bir sayfa açtım, içinden yuvarlanıp uzamış kirli silgi parçaları döküldü yine. Lütfen durun! Öncesinde tek bir çizik bile atılmamış olması gerekirdi o sayfaya. Turuncu ajandaya geçmeye de korkuyorum henüz. Tren garına tekrar gidene kadar bir, bilemedin iki sayfa bir şeyler yazmış olabilirim belki. Tükenmez kalem kullanmayı bir borç bilmeliyim bu durumda?

Dünyayı kurtarıyorum adam!

Hergün hem de.

Müzeyyen Senar'ın hangi şarkısıydı o?

Tekrar çal diye. Daha çok sevişmek için.

Ama bu işte.

Hepsi.

erase & rewind

Thursday, July 17, 2008

Evet efenim, Jay'le 1 haftamızı doldurduk dün itibariyle (bugünü dün yaptım, her şeyim bir draft silsilesinden ibaret korkarım). Bilmeyenler için Jay, DeSalvo hanedanının en küçük üyesi olmakla birlikte -ki hanedan hali hazırda 2 kişiden oluşmaktadır- henüz 2 ayını bile doldurmamış literally minicik bir British Shorthair yavrusudur. Sol omzumdaki şeytanım ve/ya sağ omzumdaki meleğim olarak nitelendirebiliriz kendisini aynı zamanda. Yakalandığı kedi nezlesi hareketlerini kısıtlayıp az biraz limoni bi moda soksa da, eskidenmiş o; tam da şu an berjer koltuğun üzerinde kasılıyor sahip olduğu tüm İngiliz asaletiyle.

Ve yine evet, bugünü dün yapmış olmamdan mütevellit daha bi yazasım var gibi. Ya da dün yazmaya kalkıştıklarım, bugün yazılası gelenlerden daha az önemli olduğundan mı bilinmez..ne diyordum!?

You can take my soul but you can NOT take my lack of enthusiasm!

Birinin başka birini ben farkında olmadan yine benimle teoride aldattığını öğrendim bugün. İlk hamlede bulunan taraf olarak hadisenin sebebi ben mi oluyorum ki!? Ayrıca Pazartesi itibariyle aldatma durumu pratiğe dökülürse kendimi kötü hissetmeli miyim ki? Çok salladığım söylenemez an itibariyle. Hem hali hazırda cehennemde çifte kavrulacak bi kimseyim, sallasam nereye kadar!

Gerçekten yaşlanıyorum. Yok artık öyle sıkış-tıkış mekanlarda çılgınlar gibi eğlenip dağıtmak, ve hatta sıkış-tıkış olmayan mekanlarda bile eğlenip dağıtamıyorum no more, ne yazık! Geçen gece neredeyse yüzyıl sonra If'e gidildi the.gang'in büyük bir kısmıyla. Hani Jinga kimseleri de çok leziz olmuş yeni formlarında, lakin ruh keneleri basmış ruhumu; screwdriver kar etmedi, uyuz canım tequila shotlara burun kıvırdı falan. Etrafımdaki herkesin yaklaşık 808 ay tatilde olmasından kaynaklanan depresif bi oluşum da olabilir benimki, zira hala paper work ve elt üzerine sabah 9 sonrası mesai harcayan bi kimseyim.

Bazı günler fast forward edilebilmeli artık ve/ya doğrudan skip, kasmak gereksiz.

hate.red.ful normalization syndrome

Friday, July 04, 2008

. ziyadesiyle tactile bi kimse olmama rağmen gereksiz temaslardan nefret ediyorum ve hatta tiksiniyorum. bugün otobüsle eve dönerken, etrafımı çeviren 4 kadını bizzat bu sebepten kafalarını cama vurup kırmak suretiyle öldürmek istedim. şöyle ki;

sol çaprazımdaki kadının çantası sol ayak bileğime çarpıyordu.
solumdaki kadının çantasının salak püskülleri sol kolumun kıllarına sürterek kaşınıdırıyor ve üstüne huylandırıyordu.
önümdeki kadının manda boku rengi dalgalı saçları, koltuğa yasladığım sol elime dokunup yine kaşındırıyor ve huylandırıyordu.
son olarak, sağımdaki kadının t-shirtünün kolu sağ koluma sürterek bünyeyi çileden çıkarıyordu.

minik tefek bi adam olsam azıcık toparlanır en azından ikisinin etkisinden kurtarırdım kendimi ama ne mümkün! uzun bacaklarım ve geniş omuzlarım buna müsaade etmez, edemez. ayrıca niye hepsi kadın a.k.!

. bi daha mümkünse pampero denen yere gidilmesin. gidilse de önceki mekan drunk olmasın, zira temmuz'un 3'ünde iliklerime kadar üşüyebildiğim için çok mes'udum. tek nedeni o değil bittabi. verandadan ileri en bahçeyi çok beğendim, evet. koltuklar çok rahat, armutlar pek davetkar ve vodka-tonic gayet kıvamında.

. bahçeli 7. cadde girişinde, yanımızda duran polis arabasını farketmeyip kırmızıda geçen ve üstüne iki farklı polisin yönelttiği "neden kırmızıda geçtiniz (abla)!?" sorusuna yine iki kere "ama kimse devam etmiyodu!" efsanesiyle yanıt veren na-jay beybiye aşk dolu sevgilerimi yollamak istiyorum tam şu an. promil testi de isteyebilirdik üstüne, buna da şükür bittabi.

. yazılı seviye tespit sonrası sözlü seviye tespit yapmaktan da deliler gibi tiksiniyorum artık. malum ambiguous oral placement bahis ettiğim. daha önce belli kereler yine bu sayfalarda dalga geçmiştim kendileriyle. bu bağlamda, günün monochrome dialogue örneği olarak şöyle bi'şey gösterilebilir;

+ can you sing?
(30 sn. sonra)
- yes, I can.
+ ok, can you dance?
(40 sn. sonra)
- yes, I can.
+ ok, now, are you dense?
(5 sn. sonra)
- hı? annamadım hocam.
+ yok bi'şi. git bankoya kaydını yaptır. hadi.

. big bossla kapışmamızın ikinci günü kutlamaları kapsamında her şey normale dönüverdi birden. nasıl oldu anlamadım. istifa etme noktasına gelmişken böyle anormal bi normalleşme fırtına öncesi ya da sonrası sessizlikten hangisi olur ki acaba! çok yorgunum, ayıkamıyorum.

let us see then you and I.