Set Fire to the Rain

Monday, January 24, 2011

ben bu yılı o kadar sevmedim ki, "ben bu yılı hiç sevmedim" temalı tonla yazı yazabilirim şu an. sözde kışın ortasında olmamıza rağmen azıcık serpiştirip geçiveren yağmur dışında sezonsal heyecanımı ateşlemeye çalışan hiçbir şey yok ankara'nın gudubet pusu dışında.

pusu demişken, puhu'ya gittik ama hiç beğenmedim. kapıdan girebilseydik de beğenmezdim muhtemelen, zira genetik olarak hemen hiçbir şeyi beğenmemeye kodlanmış bir kimse gibiyim. kendim de dahil. ama konumuz zaten bu değil.

konumuz puhu kuşu da değil. olsaydı çok severdim o ayrı. işte kafamda yüzonmilyor yandan yemiş düşünce parçası aynı anda fink attığı için bu haldeyim. pazartesi olduğu için değil, hayır. ikibinonbir'in ilk majör depresyon adayı da diyebiliriz kendisine. çalışmak istemiyorum ama her sabah aynı saatte ofiste buluyorum kendimi. sonra, eve gittiğimde saat 10 olduğu an sabah yine işe gidicem diye üzülmeye başlıyorum. o kadar ki alerjim azıyor, kaşınıyorum da kaşınıyorum. yatmaya da korkuyorum hemencecik sabah olucak diye. sanırsın minik tefek bir oğlan çocuğu, dokunsan ağlayacak. hal böyleyken durumlar hayli sikko senin anlayacağın.

şu moloko dvd'si gelseydi en azından 1-2 saat oyalardı falan belki, ama Tori (çıkıp çıkıp) gelse kalkıp yanına gidecek halim yok, o derece.

iHowl

Wednesday, January 12, 2011

son yirmidört (24) saatimi üstte görüldüğü şekilde dört (dört) eşit parçaya ayırıp ayrı ayrı sevdim, okşadım. sonuçtan ise oldukça memnunum, zira ruh halini günsel evrimlemenin mümkün olabileceğine ayıktım. hala saçmalıyorum o ayrı.

soldaki aynı ben

bu arkadaşlar ise sigarayı bıraktıktan sonra (excuse of the year) ne kadar dobiç olduğuma bir göndermeden çok daha fazlası. evet, bunlar Cornwall baykuşları ve evet, bir baykuşun bile Tori'ye benden çok daha yakın olabileceği gerçeğinden son derece rahatsızım. yerim o ayrı.

Strange Little Blogcast

Tuesday, January 11, 2011

dün otobüste, bugün de iç dünyamda çok fena düştüm. iç huzursuzluklarımdan da bahsetmiştim zaten dün. sonra durup düşündüm, düşümden ayrı kaldım. o ani fren sonrası tutunduğu tutungaç kopunca üstüme düşen adamın elinde kalan tutungaca bakıp nasıl da güldüğüne güldüm sonra. tam da dönüp şoförün anasına-babasına geçirecektim oysa o anda.

akşam kaskatı kesildim. yattığım kucaktan kalkarken, orama-burama saplanan ağrılardan kazulet bir süper kahraman gibi kurtulup ayaklandım. o an tek düşündüğüm sinirli mahalle kocakarısı hareketini yapıp biraz olsun rahatlamaktı, öyle de oldu. şehvetle üç set tekrarladığım hareket içimi gıcırdatarak her şeyi yerli yerine oturtuvermişti. plakçaların üstünde duran kuddusi'ye bakıp masadaki çukulatalara doğru yöneldim ve yedim. sonra tekrar yedim.

tatmin olmadım. bir şey hep eksik kalacaktı.

4900 tivit ve bilmem kaç yeni deneme sonra -en azından- egolarımın dönmekten çok mutlu olacağını düşündüm, sanırım bu kadar da tutarlı olabiliriz. evet.