iGotosleep

Friday, October 01, 2010

Böyle lafa afili bir girizgah yapayım da son postumuz ölümüne vurucu olsun diye kastım baya ama olmadı; evet, Tyra DeSalvo kendisiyle birlikte blogunun da miyadını doldurmuş bulunmaktadır. İşbu sebepten söz konusu blogda 1 Ekim 2010 tarihinden itibaren herhangi bir güncelleme ve/ ya atraksiyon yapılmayacak, eski postlar bittabii ki her daim erişime açık tutulacaktır.

Şöyle ki; geçen 5 yılın çotanak! diye elimin altında arşivlenmiş olmasından hazzetmedim birden. Bloguma an itibariyle imhaya gönderilecek resmi evrak muamelesi yapıyormuşum gibi görünebilir ve fakat ben daha alabilidiğine çıtır bir lise delikanlısıyken vücuda gelen Mr. DeSalvo'nun ayrılışı benim için de kolay olmayacak. Hadiseyi bu kadar arabesque bi kafaya getirmişken, vedayı killer bi konsept fotosuyla sonlandırmamak olmaz.

mark this date as the day I put Tyra DeSalvo to sleep.

A Single Man

Monday, September 20, 2010

tüm Issız Adam faşistlerine ve manda sıçmığıyla oynar gibi sanat filmi yapmaya çalışan yönetmenlere kapak olsun. ayrıca bilmem kaç zamandır ilk kez dün akşam iki film birden izleyebildim ve anladım ki canım kış geliyor. kısmen huzurluyum.

Tom Ford beni Londra'ya götür!

Swanlights

Saturday, September 18, 2010


şu an dinlediğim için değil de çok uzun zamandır ensemdeki tüyleri bile yerinden oynatabilen tek şarkı olduğu için illa ki "Swanlights". Antony şahanemi ve Johnsons kardeşlerimi bu bahaneyle kokulu öpüyorum ve akabinde kendime sarılıp tek renkli hülyalara dalıyorum.

On Loop

Thursday, September 16, 2010

45'liğe sıkışmış bir 33'lük gibiyim bugün,
istesem de cazırdamadan duramam.

The Plurals

Tuesday, September 14, 2010

Ah ulan çok bi canım sıkıldı şimdi! diye hafiften söylenmeye başlayınca Tyra DeSalvo dönüp kolumu cimcikledi. Onu gören Adiel Ego kalkıp boynuna sarılır gibi yaparak sol yanağını ısırdı. Bu aralar sürekli oynayamam yerim dar modunda gezinen Jay Jones ise atraksiyona katılmazsa bi taraflarının şişeceğini düşündüğünden olsa gerek alkış tutarak Adiel'in sağ kalçasını sıkıştırdı. Yine de sabah olacak diye uyumaktan korkuyoruz.

c4

Sunday, September 12, 2010

daha sonra üşeneceğimi bildiğim için paçalarımda Cadde'nin çamuruyla hemen yazmak istedim;

İstanbul'dan Ankara'ya dönüşün en güzel yanı, yolculuğun 10. (onuncu) dakikasında bir sonraki kaçamağın planlarını yapmaya başlamaktır.

bir de 2011'i şimdiden İstanbul yılı ilan ettim gitti.

mis.

P.S. Ağva denen über gudubet tatil beldesinin her inçine kafam girebilir. Cihangir'de Ferhunde'yi görseydim kendisini de ayrıca tokatlayacaktım muhtelif sebeplerden ötürü.

Eskiden

Friday, July 30, 2010

yıllar sonra bu tatilde gidip yaslandığım duvarların üstlerinde gezinirdim. şen bir velet idim en nihayetinde. ileride ip artizi olacakmışım gibi havalara girip kollarımı iki yana açarak yürürdüm kasıla kasıla. düştüğüm çok oldu ve fakat işin asıl şenlik kısmı da oydu zaten.

dedim ya bu tatilde, aslında hiç tatil de değildi. malum ananem hastalandı. tansiyonu fırlamış, beynine pıhtı atmış, kısmi felç geçirmiş, konuşma yetisini kaybetmiş ve sayir ve sayir. gayri tıbbi açıklamalar kullanıyorum, zira işin aslı çok can sıkıcı.

işte öyle apar topar gittim antalya'ya. ailenin birlikteliği her zaman insanın hoşuna giden cinstendir. yakın akrabalara kimi zaman sinir olsan da, en boktan zamanlarda hemencik yanında bitiveren yine onlardır. candır. diye düşünürken, ananeye sarılıp gözünün yaşını silerken ve benzeri muhtelif aktivitelerde bulunurken ablalarım da gelince baya keyiflendim. büyük abla S.'nin yanında ortanca yeğen S. ve küçük abla S.'nin yanında küçük yeğen S. mümkün mertebe neşeli günlere gark olduk.

annem zaten güveyin feriştahından hallice olduğundan, amaç onu da elden geldiğince rahatlatıp huzurlara boğabilmek.

huzur dedim de, ananemin ellerinin üzerindeki tıbbi flaster ya da her ne haltsa onun kalıntılarını ıslak havluyla çıkarmaya çalışırken çok huzurluydum. üzerinde hastaneden hiçbir iz kalmasın istedim. bi taraftan canını yakarım diye de aklım çıkayazıyor bittabii. o sıcakta her şey çok zor.

sonra ablacanlarla birlikte ananenin odasını toparlayıp yenileyelim dedik. böyle zor zamanlarda minik tefek birkaç yeniliğin ruha iyi geleceğine inanmak istiyor insan. herkes bi'şeylerle uğraşırken, kendimi bildim bileli o odada duran sandığa el atayım dedim. o nasıl bir naftalin kokusudur tarif edilmez. kalıplaşmış naftalinlerin altında da ismi görünmeyen bir gazete. toplayıp atacakken aklıma geldi çevirip tarihine bakmak.

Mayıs 1966.

haliyle atamadım. hafif buruşturduğum yerleri de güzelce düzeltip içeri götürdüm herkese göstereyim diye. gösterince bi taraflarım arşa değmedi elbet ve fakat "o" anın ruh haline en uygun düşen atraksiyon oydu sanki.

üçüncü günden itibaren ananem düzelmeye başladı. eski haliyle karşılaştırınca vaziyet hala çok parlak değil, lakin "allah beterinden saklasın!" deyip durmaktan kendini alamıyor insan.

"O iyileşsin de, tatil falan kimin umrunda ki!"

arada bir de anneme hazırladığım doğum günü hediyesi albüm var. güzel bi "eskiden-sonradan" aile toparlaması oldu. haberim olmazdan önce annemle ananemin de bi fotoğrafını koymuştum, ki başka bi'şey yapsam bu kadar anlamlı olamazmış. afferim bana.

fotoğraftı, naftalindi, hastalıktı, gazeteydi derken şimdiye kadar hiç hazetmediğimden sebep görmezden geldiğim "aile içi yaşlılık ve yediği haltlar" başlıklı konuyla burun buruna geldim. hiç hoşlanmadım. mutsuz oldum. kafam baya bi bulandı, ama kendi kendine toparlandı cancaazım.

kendi demişken, evcilik oyununda favori çiftim yiğit ve kendi. tatilin bana en büyük katkılarından biri de evcilik oyunu, evet. bi de yabancı damat'ın final ve öncesindeki birkaç bölümünü izleyememiştim zamanında, onları da aradan çıkardım güzel oldu. ve hatta doymayıp dört düğün bir balayı isimli yarışmaya da sardırayım dedim ama kotam o kadarını kaldıramadı.

egolarımla hayatımız böyle "ekstrem" duygu salınımlarından ibaret işte. iki hafta sonra tekrar antalya'ya gidiyoruz biraz daha güneşlenmek, anane güldürmek ve şehirlerarası jet lag olabilmek için. utanmadan nerdeyse 30 olsak bile şen veletleriz en nihayetinde.

budur.

Mösyö NorMalade

Friday, July 16, 2010

canım götümden çıkıp gitmeye kalksa nereye diyecek yüzüm yok nokta

Homunculus

Friday, June 25, 2010

bilgisayarda çalan müziğin sesini televizyonun kumandasıyla kısmaya çalışmam aklımın yirmibin fersah havada olduğu anlamına falan gelmiyor. ayrıca bu ilk değildi, haliyle son da olmayacaktır. son olmayan, sonu gelmeyen başka bir şey de içimdeki bu sonsuz tatil aşkı. bittabii tatil anlayışımın deniz-kum-güneş üçlemesi dahilinde yalanan "magnum" dondurmalar ve akabinde lüpletilen dandik biraları içermediğini düşünecek olursak, mevzu bahis sinirleri aldırıp rahatlama süreci çalışmamak adına her şey anlamına getirilebilir.
ders vermediği sürece işine aşık bir eğitmen ve ortalıkta görünmedikleri sürece sırf varoldukları için bile insanlara hayran bir toplum gönüllüsüyüm, unutmayın.
iplerin koptuğu yer tam da burası işte.
etrafımdaki kötü koşullanmış muhtelif sayıdaki şuursuz insanla, okuduğum kötü kurgulanmış sittin yazının oranı birbirini ziyadesiyle tatmin edecek şekilde. yani, kurgusu kötü insanların nasıl koşullandığına bakmaksızın, hemen hepsinin kötü yazdığını söyleyebilirim.
virgülleri, akıllı uslu kullanıp, cümlelerin götünü başını dağıtmamayı öğrendiğimiz gün ise, mutlu insancıklar olacağımıza inanıyorum, evet.
saçmalamak, konuşmak gibidir. ağzını her açtığında saçmalamasan da maaile saçmalıkların tümü zihnindeki küçük adamcıklarla birlikte oradan oraya fink atıyordur. bir gün gelir çat! diye saçmalamaya başlayabilirsin. ve o gün yine günlerden bir cuma'dır ve fakat bu defa farklıdır. aradaki boşlukları saymazsak en güzel bir kombin sırasına bile geçebilir derim ben. hadi bakalım.

Sev Beni

Monday, May 24, 2010

dün: John Doe ile sıkıntının dibine vurduk, öyle kaldık. gardolabımı -evet, gardolabımı- boşaltıp ne var ne yok yeniden katlayıp düzene soktuk. söz konusu boşaltma/ düzenleme aktivitesinin 2. dakikasında pişmanlıktan kafalarımızı duvarlara duvarlara vurmaya meylediyorduk ve fakat artık çok geçti. sonra dedik ki; "tivitır çıktı çıkalı baya bi tembel olduk hepimiz. oturup adamakıllı iki satır bi'şeyler yazsak güzel olmaz mı!". düşündük ve ne kadar haklı olduğumuza karar verdi.k sonra yazmaktan vazgeçtik, zira onun için bile çok sıkılmıştık. onun yerine kalkıp yemek yaptık.

barbunya güzel oldu, pilav da güzel oldu.

barbunya yine tam pişmedi, pilavın da dibi tuttu. afiyet olsunlar diledik.

Grey's Anatomy izlemeliydik artık. öyle de yaptık. 3 bölüm arka arkaya çok iyi geldi. finali daha sonraya bırakmak en mantıklısı olacaktı. hem zaten duygusal sallanımlarımızın da henüz müşerref olamadığımız bir kotası olmalı sanki.

bugün: "hepinize bir süprizim var; bugün aslında Cuma!" kafalar bundan ibaret. sabah beri ofiste Sia dinleyerek gömlek düğmelerimle oynuyorum. arada da kalp krizi geçireyazdım ama ales sonuçları yine açıklanmamış. kurdeşenlerimi dökmeye devam edebilirim bu durumda.

yarın: olsa da gitsek. bu kadar!

P.S.

Friday, May 14, 2010

tekbir-i mekanda zarafet vardır, ki artık bi siktirol siktirol siktirol çok rica edicem. bi de diğerlerinden daha gerizekalı olan insanların tamamına kafam girsin. amin.

Fin

Saturday, April 17, 2010

Oldukça başarılı bir Cumartesi öğleden sonrasında ofisinde pinekleyen bir adam düşünün. Sabah daha evden çıkmadan telefonu çalmaya başlayan bu adam "uykum bitti, artık kalkabilirim negzel" dediği o erken saatte bile bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı aslında ve fakat evren'le çok fazla yüz-göz olmak istemediğinden ses etmedi, gülümsemeyle karışık kısmen memnuniyetsiz bir ifadeyle yola koyuldu. Telefonlar susmuyordu. "Az sonra ofisteyim, neyse ne!"ler birbirini kovalıyor, fena halde can sıkmaya başlıyordu. Neymiş efendim boya kokusuna alerjisi olan bir bebe derste fenalaşmışmış da soruna el atılması gerekiyormuşmuş falan fıstık. "Olm kızı gördüğüm an şımarıklık yaptığını anladım zaten, fenalaştığı falan yok şuursuzun!" diyerek anlatacaktı adam kızla karşılaştıkları o ilk anı daha sonra.

Hali hazırda yolunda giden her şey yeniden yola koyulduğunda adam galetalarını kemirmeye başladı keyifle, zira ortalık bok var gibi paniğe verildiğinden gelirken almayı planladığı unlu mamüllerin hiçbirini alamamıştı.

Güzel müzikler eşliğinde akıp giden dakikalar vardı daha sonra. Güzel insanların yaptığı konuşmalar, bakışmalar, gülüşmeler ve sayir. Ardından yine bir kız öğrencinin derste altına işediği haberini aldı. Kız "öğretmenim suyum akıyor." demiş, öğretmeni ise önce neden bahsettiğini anlamamıştı bile. Şaka gibi. Zavallı kız önce lavaboya sonra da evine yollanmış, adam da galetalarını kemirmeye devam etmişti.

Aralarda bol bol volta atmaya çıktı. Aralarda askerlik günleri aklına geldi tüyleri ürperdi. Canı tekila-martini karışımı bir şeyler içmek istedi. Sonra camdan baktığında dışarda toplanmakta olan kalabalığı gördü. Dakikalar geçti, kalabalık daha da toplandı, semirdi. Öğrendi ki eğitimcilerin yürüyüşü vardı. Çok geçmeden tam da beklediği şey oldu, evren eylem minibüsünü ofis penceresinin hemen önünde durdurmuştu. Hem de üzerindeki bir avuç şapşalla birlikte. "Elinde mikrofon varken sesini duyurmak için götünü yırtan bi biz varız heralde!" diye düşündü gülerek, "bir de ne dediği anlaşılsa malların tadından yenmeyecek." Biraz daha durup izlerse aşağı koşup oldukça yavaş ama gururlu ve huzurlu halay çeken eğitim-sen'cilere katılacağından korktu. "hafif yaylan, kafayı sola çevir, aynı anda sağ ayağı öne çıkar hoop topuk yere sonra kafayı sağa çevir sonra hoop sol topuk yere tey-tey-tey.."

Sesten tüm cinleri tepetaklak olduğunda yukarı katlara vurdu kendini. Güzel müziklerle birlikte güzel konuşmalara ve kahkahalara kaldığı yerden devam etti. Nutella'lı kurabiyelerin kaynağını sonunda bulduğu için minare bi tarafa, dünya diğer tarafa dolanmakta hiçbir sakınca görmüyordu haliyle.

"Hayat bana güzel amk!" dedi ve kulaklıklarını takıp binayı terketti.
Artık herkes mutluydu.

Yaradana Kurban, Bugün Cuma!

Friday, March 19, 2010

@tyradesalvo kırdığım cevizlerle tabakların sayısını eşitlemek üzereyken bu akşam iki tabak daha kırıp eşitliği tekrar bozdum, lanet olası. nazar çıkmışlığı konusunda pek çok insanla aynı fikri paylaşıyor olsam da, çıkan nazarların kendi pisliğini temizleyebilmesini talep ediyorum artık. ayrıca parmağa batan nerdeyse mikroskopik bir cam parçacağızının, parmağı kesen kafam kadar bir cam parçasından daha çok can yakması hangi nazar-ların bok yemesidir acaba!?

o değil de bu hafta nasıl geçmedi, nasıl bitmedi anlatamam. haftanın ikinci günü, ki artık kendisinden dört harfli olarak bahsediyoruz, bir sonraki haftanın ortasına gelmişlik hissiyatı hakimdi hali hazırda. üstüne bir de geleyazan bahar eklenince paraladığım önümde, paralamaya vakit bulamadığım ardımda şiştikçe şiştim. ve fakat final çok süpersonik oldu, hakkını yiyemem. sırf bu yüzden sabah tüm hırsımı çıkardığım gerizekalı otobüs şoförü ve kendinden hallice biletçisini öperim ruhları duymaz. @tyradesalvo

diğer taraftan @brownieintense sağolsun aşırı yoğunlaşmadan mütevellit tutku spazmları geçiriyorum günlerdir (bkz. sinful). o kadar ki, yerken sesler çıkarıyorum. oldukça dikkat çeken sesler. yarı aralık göz kapaklarımla birlikte değerlendirildiğinde ofis-içi-gündüz-pornolarına düştüğümü zannettirecek sesler. düşündüğümde bile hemen şimdi mutfağa koşup şokella kaşıklamama sebep olabilecek sesler. daha neleri saplantı haline getirebildiğim düşünülürse yok-artık-ebenin-gıdısı bi durum sayılmaz bu, zira ben ve egolarım böyle bir aşk-nefret-aşk ilişkisi içerisindeyiz.

Leyla

Thursday, March 04, 2010

Aşkımın dağlarda gezdiği doğrudur. Sıradan günlerin yine sıradan saatlerinde nihatdoğan ve zaferpeker alıntılarıyla ortalıkta dolandığım ise tamamen şahsımı yıpratmak amacıyla ortaya atılmış çirkin önermeler olup yine doğrudur. Dün akşamdan ne kadar uykusuz olduğuma ise değinmek bile istemiyorum şu an, zira önümde vermem gereken 2 saatlik bir hayat dersi, üstelik ingilizce, ve akabinde harcamam gereken en az 2.5 saat daha messai bulunmakta. Bu da çökmeye gayet meyilli bünyemin kaldırabileceğinden oldukça fazlası gibi görünüyor an itibariyle. Aslında o kadar da fecaat bir durum değil bahis ettiğim. Leyla ruh halinin abartısı sadece, ki bugünün perişanlıklara dalalet olduğunu da şiddetle reddediyor kendisi. Akşamki mojito çılgınlığına aynen bu şekilde hazırlıyorum işte kendimi. Tequila is my lover nidaları eşliğinde gözlerimi dinlendiriyor, daha fazla ve en fazla ne kadar daha saçmalayabilirim acaba diye düşünerek Harikalar Diyarı'na selamlar çakıyorum.

Şah-hane değilim de neyim allasen!

Hitler In My Heart

Thursday, February 18, 2010

Yaşantımla ilgili ciddi saptamalar yapmaktan imtina ettiğim şu süzgün Perşembe akşamında sevgili DeSalvo ile başbaşa kalınca ayıktım ki normal şartlar altında buraya yazmam gereken her şeyi twitter'a ötüyorum bi süredir. O bi süre ne kadarlık bi süre bilemiyorum şu an, zira -dediğim gibi- imtina ettiğim ciddi saptamalar var yaşantımla ilgili. Söz dizilimi konusunda XXXLarge olan dilimizi de ayrıca bi sevdim şu dakika, o ayrı.

Now playing: Antony & The Johnsons - Epilepsy Is Dancing

Böyle farklı bi mizansen olsun diye koydum bunu da ortalık yere. Kaldı ki son bir haftada 400+ kez çalınmış bir kimse-ler olarak Antony and the Johnsons halet-i ruhiyemizin en canlı bir kanıtı olmakla birlikte ailemizin de kadrolu artisti olagelmiştir. Ruh hali dediğim de head-over-heels kapak aslında. Çat! diye aşık oldum, babalar gibi de sefasını sürüyorum. Pek yakında mail listelerimdeki herkese düğün davetiyemi .pdf formatında forward edebilirim. İsteyen herkes gelebilir ve fakat geldiği gibi gidebilir mi orasını pek kestiremiyorum.

Neyse zaten konumuz o değildi. Hala sigara içmediğimden, sigara içmediğim halde 3 haftadır hastalıktan kurtulamadığımdan, ciğerlerimle diyaframcağızımı yerlerinde tutmak için ne kadar zorlandığımdan falan bahis edecektim. Zira, yapmaktan imtina ettiğim ciddi saptamalar var yaşantımla ilgili. Yersem.

Street Spirit*

Wednesday, February 10, 2010

daha geçen hafta aynen şöyle demişim twittercan'da: "14 Şubat gelmeden bana peluş hayvanlar ve kalp şeklinde yastıklarla muhtelif zerzevat alacak birini bulmam lazım lolz"

ben zaten hep büyük konuşurum ki. kapak olacaksa da böyle olsun ayrıca. bi de bugün Tori bebeğim American Doll Posse plaklarım geldi. tadımdan yenmiyorum inanolsun.

*nam-ı diğer public displays of affection.

Fact

Friday, February 05, 2010

ales ve benzeri gereksiz tüm sınavlar müzik ve sinema tabanlı olsa ve mesela

aşağıdaki artist-track kombinasyonuna uygun en süpersonik dördüncüyü yazınız

Radiohead 1. All I Need 2. Videotape 3. Nude
Alanis Morissette 1. Everything 2. Crazy 3. Thank You
Tori Amos 1. Siren 2. Mountain 3. Here. In My Head

gibi bi soru çıksa, hiç düşünmeden

Antony and the Johnsons 1. The Lake 2. Man is the Baby 3. Crazy In Love

der ve yüz alırdım.

Falling In Love Is Hard On The Knees

Tuesday, January 12, 2010

önüme gelen kaldırımla düşüp kalkmıyorum en azından diyerek kendimi avutabilirdim elbet. ancak çok pis kapaklandım bugün çamurların orta yerine. hem de çamura girmeyeyim derken. hem de normalde hiç geçmediğim bi yerden aheste aheste ilerlerken. önüme bakmazken. şarkı değiştirmeye çalışırken. son hatırladığımsa elimden fırlayıp gazellere karışan zavallı iPod ve en okkalısından savurduğum bi hayananıskim. ağrılar içinde huzurlu bi adamım artık, zira ne küfretme özgürlüğümden geçerim ne de müzikal keyfimden. öyle de bi sefa pezevengi var benden içeri.

*title için bkz. no kidding

So So Bir Cevap Değildir

Wednesday, January 06, 2010

öğlenin bir körü aklımı almaya çalıştı ama vermedim. gösteririm ama vermem gibi değil, yanlış anlaşılmasın; hem gösteririm hem veririm icabında. bilen bilir. başımın bağlı olması münasebetiyle olagetirdiğim bir hadise de değil. hem başımın bağlı olduğu önermesini de kabul etmiyorum. başım ağrısa ve ben (onu) bağlasam ne kadar işe yarar o düşünülsün önce. demek ki neymiş?! baş bağlamak eylemi konseptlerarası geçişlerde elverişli şartları oluşturmuyormuş.

mesela ben şimdi kafama bi taç geçirsem ve sokağa çıkıp yüz kişiyle hasbihal etsem kaçını gerçek bir pirenses olduğuma inandırabilirim? pirensesi geçtim gerçek bir pirens havası yaratmayı başarabilir miyim? peki illa ki bir hava yaratmak durumunda mıyım? o da olmadı sıfatlara takılıp isimlerin müstesnalığını unutmak neden ah!

benim bir adım var ve beni adımla çağırmanı talep ediyorum. adımı çağırdığında gelmem pavlov etkisinden değil yani. ikinci tekil kullandım diye de kimse üstüne alınmak zorunda değil bu arada. aklıma geldi, ortaya konuşuyorum, yerse.

ve evet, ne idüğü belirsiz ruh hallerine bürünüp şöyle böylelere takılmak çok saçma. mesela haftasonun ya iyi geçmiştir ya kötü. ikisinin ortası parçalı bulutlu kafalar basit bir metafordan öteye geçmez. ya da illa öyle olduğunu düşünüyorsan neden sorusuna cevap verebil. kaldı ki -ebil bile her zaman beceri anlamını taşımak zorunda değil. herkesin taşıdığı kendine en nihayetinde.

Sayamadım Boğazlarımı

Saturday, January 02, 2010

kötü başlayan yılın muhtelif şahaneliklere dalalet olmasını diliyorum an itibariyle, zira yılbaşı gecesi çakırkeyf bile olmamama rağmen sabah kalktığımda gayet akşamdan kalma bir ruh halindeydim. iki gündür de bildiğin hastayım. evrene sayıp sövmek yerine her an burnumdan çıkıverecekmiş gibi duran bademciklerimi oldukları yerde tutarak bu yılki boktan-gün kotamı dolduruyor olduğumu düşünmek istiyorum. böylesi daha güzel.